FİLİBELİ EDHEM EFENDİ

Kenan Rifâî’nin tasavvufî-mânevî şahsiyetinin oluşmasında üç kimse dikkati çeker: Annesi Hatice Cenan Hanımefendi, Filibeli Edhem Efendi ve Medine’de Şeyhu’l-Meşâyıh Hamza Rifâî.

Bunlardan, hakkında fazla bilgiye sahip olmadığımız Edhem Efendi üzerinde durmak istiyorum. Sâmiha Ayverdi ve Nezihe Araz’ın yazdıklarından ve pek az şifahî mâlûmattan hareketle bu zâtı tanıtmaya çalışacağım. Nezihe Araz’ın Anadolu Evliyaları’ndaki ilgili bölümü Camile Adams Helminski alıntılayarak kendi kitabına almıştır.1

Kenan Rifâî (1867-1950) Filibe eşrafından Hacı Hasan Bey’in oğlu Abdülhalim Bey ile Hatice Cenan Hanım’ın biricik evlâdıdır. Edhem Efendi ise sivil ve mütevâzı bir memurdur. Yakışıklı bir erkek olup “Tütüncü güzeli” diye anılır. Filibe’de Cenan âilesinin komşusudur. Karısı Zehra Hanım ile Hatice Cenan Hanım sık görüşürler, iki yakın ve samîmî dostturlar. O kadar ki genç yaşında vefat eden Zehra Hanım dört çocuğunu bu vefâlı komşusuna emânet etti. Çocuklardan en küçüğü olan Nuriye’yi Hatice Cenan aldı, Edhem Efendi’nin de uygun bir kadınla evlenmesine yardımcı oldu.

HATİCE CENAN’IN MÜRŞİDİ

Edhem Efendi Hatice Cenan Hanım’ın mürşidi olup, hayatında önemli bir yeri vardır. Sâmiha Ayverdi’nin ifâdesiyle Edhem Efendi “ne bir tarîkat pîri ne de bu meselelerin şekliyle alâkalıdır. O sâdece cezbe ve istiğrak âleminin, kanatlarına dayanmış açık kapısıdır ki, bu kapıyı ancak iki kişi görmüş ve iki kişi içine dalıp orada yok olmuşlardır.”2 O bahtlı kişiler Hatice Cenan Hanım ve oğlu Kenan Rifâî’dir.3

Hatice Cenan Hanım, Edhem Efendi’yi ilk gördüğünden îtibâren onun cezbesine kapıldı ve dünyası değişti. Şu olayı sık sık tekrarlardı: Bir müşkülü, bir eksiği, öğrenmek istediği bir şey olduğu zaman Niyazi Mısrî divanını açar, orada bununla alâkalı ya bir beyit ya bir mısrâ bulur, yanına küçük bir işâret düşürür, Edhem Efendi’ye gönderirdi.

Ertesi gün mürşit bu işâretli sualin cevâbını yinen aynı divandan işaretlenmiş beyitle verirdi. Onların irşat usulü böyle tutulmuştu.4

Hatice Cenan âilesiyle birlikte İstanbul’a göç etmek durumunda kalınca, mürşidinden ayrı kalacağı için üzülmüşse de bir süre sonra Edhem Efendi’nin de bu şehre geldiği anlaşılıyor.

KENAN RİFÂÎ’Yİ İRŞÂDI

Annesi Hatice Cenan’a büyük bir aşkla bağlı olan Kenan Rifâî, onun mürşidi olan Edhem Efendi’yi de çok sevdi. Filibe’de küçük bir çocukken babası Halim Bey’in selâmlık sohbetlerindeki dostları arasında Edhem Efendi’yi görünce belirgin bir sevinç duyar: “Dayı! Dayı!” diye hemen dizlerine sarılırdı.5

Bu küçük çocuk büyüdüğü zaman İstanbul’un önemli mutasavvıflarından biri, Şeyh Ken’an er-Rifâî olacaktır. O, bu sâhadaki ilk terbiyeyi annesinden aldı ve onun mânevî hasletlerinin vârisi oldu. Daha sonra Hatice Cenan Hanım oğlunu, kendi mürşidi olan Edhem Efendi’nin terbiyesine emânet etti. Bu zâtın herhangi bir tekke şeyhliği yoktu. Kendisi Üveysî-Kādirî6 olarak biliniyor.7

Nezihe Araz şöyle yazar:

“Gedikpaşa’daki ev küçük, şirin bir İstanbul evidir. Bir gün, Cenan Sultan, oğlu ve Filibeli dost, bu şirin evin bir odasında bir ahde dünya mührünü vururlar.

Ancak, her mürşidle her mürit arasında olduğu gibi, sâdece tarafların malûmu olan bu ahitleşmeden bize kalan çok az bir şeydir.

Edhem Efendi bir elini ananın, bir elini şimdi yetişkin bir delikanlı olan oğlunun omuzu üzerine koyarak: “Ben bu dünyâya yalnız ikiniz için gönderildim” beyânında bulunuyor. O günden sonra Edhem Efendi delikanlının resmen mürşidi mevkiindedir” ve onu mânevî terbiye ve tedrîsiyle daima destekler.8

Kenan Rifâî yıllar sonra şöyle yazacaktır:

“On dokuz yaşında çok aziz annem, fakîri, kendilerinin çok değerli mürşidi olan Hz. Edhem (k.s.) efendimizin terbiyeleri altına bıraktı.

Muhterem şeyhim, bir tekke şeyhi olmayıp, sivil giyinmiş yâni tarîkat kıyâfeti taşımayan bir zat idi. Fakîr, bir şey anlamamakla birlikte, muhterem annemin emri üzerine hareket ettim. Edhem efendi hazretleriyle birlikte Balıkesir’e gittik; orada mânevî eğitimi altında bulundum.”9

Balıkesir günlerinin her bakımdan çok verimli geçtiği anlaşılıyor. Genç mürîdin taşkın zekâsı ve coşkun mizâcı mürşidi Edhem Efendi’nin rûhî inzibâtı karşısında son derece yumuşadı, işlenmeye müsâit ve zevk dolu hâle geldi. Mürşidi onu riyâzete yönlendirdi.

Riyâzet, nefsin istekleriyle mücâdele için yapılır. Az yemek, az uyumak, az konuşmak riyâzet yöntemlerindendir. Böylece o, tabiat nîmetlerinden kesilmiş asgarîden asgarî ile yaşamanın temizleyici zevkini tatmıştır.10 Netîcede kendi ifâdesiyle şöyle diyecektir: “Gittikçe dünyâya yeni çıktığımı ve öğrenilecek, bilinecek çok şeyler olduğunu ve o âna kadar bildiklerimin dışarıyla ilgili bir zarftan ibâret olduğunu anlamakta idim.”

Bu arada Edhem Efendi Kenan Bey’in bir sanatkârdan mûsikî nazariyâtı öğrenip ney meşk etmesini istedi. Böylece genç lise müdürü Kenan Bey’in sanat dünyâsına adım atmasını sağladı.11

MÜRÎDİN MÛZİPLİĞİ

Hareketli bir mizaca sahip olan genç Kenan, bazen taşkınlıklarından kendisi de yorulunca mürşidine mûzipçe sorardı: “Dayı ben ne zaman adam olacağım?”. Bu gibi durumlarda Edhem Efendi başını başka çeviriverir veya: “Al şu eline de biraz üfle bana” derdi. 12

Genç Kenan’ın muzip ve çocuksu tarafının başka bir örneğini, Edhem Efendiyi de âlet ettiği şu hadisede görürüz. Aradan altmış yıl geçtikten sonra kendisi anlatır:

“Mürşidim efendimle bir gün Sırbistan’da tren yolculuğu yapıyorduk. Karşımızda hâlinden kalantor bir Musevî taciri olduğunu anladığım birisi oturuyor​du. Gençlik bu ya… latîfe olsun diye mürşidim efendi​min kulağına eğilerek, ben size yahûdice bir cümle söyleyeceğim, siz bana sanki anlamışsınız gibi sâdece “boeno” deyiniz, dedim. Kendileri beni kırmamak için peki, buyurdular.13

Biz böyle danışıklı döğüş konuşunca karşımızdaki adam fevkalâde heyecanlandı, ırkdaşlarını görmekten duyduğu memnuniyetle kim olduğumuzu ısrarla sorma​ya başladı. Ben, Türk olduğumuzu, yahûdi olmadığımı​zı kendisine ne kadar söyledimse de inanmıyor, “Hayır Mûsevîsiniz, boşuna saklamayın, ayıptır, insan milli​yetini saklar mı?” diye bizi sıkıştırıyordu. Adamın bu ısrârından şâhımın sıkılmakta olduğunu hissediyor​dum. Neyse bin müşkilâtla adamın elinden kurtulduk.”

Bu sohbeti kaleme alan öğrencileri şunları ilâve eder:

“Edhem Efendinin, müridinin gençlik ibramlarına ne dereceye kadar müsamahalı olduğunu ve onun mi​zacının çocuk tarafını, ne kadar yumuşak bir anlayış​la karşıladığını uzun yılların alış verişi esnasında ar​tık en ince teferruatına kadar bilmekte idik. Esâsında çok basit bir gençlik latîfesi olan bu vak’ayı son yılla​rında bir gün tekrar bize anlattığı zaman “Ah ben efendim mürşidimi üzdüm, sıktım,” diyerek gözlerinin dolduğunu, ona verdiğini farzettiği bu kadarcık bir zahmete bile ne derece teessüf ettiğini, böylece aşk ve iştiyâkın şu aşikâr tecellîsini kim bilir kaçıncı defa gözlerimizle gördük, ellerimizle tuttuk.”14

Kenan Rifâî’nin Edhem Efendi ile beraberlikleri dört veya beş sene sürmüş görünüyor. Şu beyanlar, onun pek de konuşkan olmadığını gösterir: “Edhem Efendi, araştırıcı, isteyici, sorucu ve baştanbaşa iştiyak olan mürîdinin sağnak sağnak suallerini eskiden hemen dâimâ sükûtla cevaplandırmış, ya da sâdece “Gör de bil!” diye kestirip atmış idi. Kenan Rifâî onun bu durumunu şöyle ifâde edecekir:

Bir hakîkatten sorulsa sanki mahtûmdu femin,

Bâtınen ancak verirdin bu suâle yüz cevâb.

Buna mukābil vefâtından sonra durum değişti; mânâ planında onun vericiliği artarak devam etti, öyle ki “bir suâline bin bir cevap” verir oldu. Bu dünyadan göçtüğünü ve yerine mürîdi Kenan’ı bırakmış olduğunu da mânâda bildirdi.15 Zaten Edhem Efendin kendisinde mevcut bütün hazîneleri genç mürîdine dökmüş sebil etmişti.16

EDHEM EFENDİ’NİN KIZLARI

Edhem Efendi’nin eşi ölünce en küçük kızları Nuriye’yi Hatice Cenan Hanım’ın yanına aldığını söylemiştik. Hatice Cenan’a “anne” diyen Nuriye, gönül gözü ve keşfi açık biriydi. Bu kız büyüyüp evlendikten sonra, kocasının memuriyeti dolayısıyla Arabistan’a gittiler. Orada kocası ölünce, bir çocuğuyla dönüp Hatice Cenan’a sığındı.

Delikanlı Kenan küçük Nuriye’yi hep kollardı. Yaz tatillerinden birinde Üsküp’te bulundukları sırada Drahor nehri taşıp, evlerini su bastığı zaman, onu sırtına alıp suları yararak çıkarmıştı.

Daha sonraki yıllarda da mürşidinin bu evlâdını kolu kanadı arasına almış olan Kenan Rifâî, ona en temiz, en mâsum, en vefâlı ve en müşfik bir dost olarak hayatı boyunca borç ödemiştir. Uzun yıllar devamınca bu himâye, zamanın şartlarına göre ne yolda tecelliler göstermek icap ediyorsa o olmuştur.17

Bu “himâye”, dul kalan Nuriye’yi Kenan Rifâî’nin nikâhına almasıyla devam etti. Çok evliliğin tabiî olduğu o günkü şartlarda bu nikâh, sırf onu hoş tutmak ve babası Edhem Efendi’nin hâtırasına hürmet amacıyla yapıldı. Nuriye Hanım, geniş Kenan Rifâî ailesi içinde “Nur Anne” olarak hep itibar gördü. Vefat edince de Merkez Efendi hazîresinde Kenan Rifâî’nin ayak ucuna defnedildi. Kabir taşında şunlar yazılıdır: “Ethem Şah’ın kızı Kenan er-Rifâî’nin zevce-i muhteremesi Nur Anne 1300-1959.” (1883-1959)

Edhem Efendi’nin öteki kızlarından ikisinin daha ismini biliyoruz. Bunlardan Nebiye Hanım’ın adı Kenan Rifâî’nin Sohbetler’inde geçer ve hakkında şu not düşülmüştür: “Nebiye Hanım, Hazret-i Edhem’in büyük kızıdır. Yaşlı, hasta ve saf bir hanım. Dâimâ Kenan Rifa’nin himayesini görmüş, kolu kanadı altında yaşamış ve aziz bir hâtıra, bir emânet olarak tâziz edilmiştir.”18

Öteki kızı Şefkat Hanım Bursa’da yaşamakta iken, Hatice Cenan tarafından ziyaret edilir ve onun da dâimâ hoş tutulduğu görülür.19

VEFÂTI VE KABRİ

Edhem Efendi’nin doğum ve ölüm târihleriyle ilgili elimizde bir bilgi yok. Ancak, bazı mâlûmattan hareketle bu târihleri hesaplamak mümkün.

Kenan Bey’in Manastır Maarif müdürlüğü sırasında Edhem Efendi Filibe’den kalkıp Manastır’a gelir. Bu sırada 45 yaşındadır. Bir süre kalıp Filibe’ye döndükten birkaç ay sonra vefat eder. Bundan bir yıl önce İstanbul’dan Filibe’ye hareket ederken Hatice Cenan Hanım’a “Dünyada bir sene daha kalacağım, artık beni bir daha göremeyeceksin” dediği yazılıdır.20

Hesabımız şöyle: Kenan Bey Balıkesir’ gittiğinde 19 yaşındadır. Orada on bir ay kaldı. Ardından tayini Adana’ya çıktı, yaşı 20 olmalı. Adana’da üç yıl çalıştı. Manastır’a geldiğinde 23 yaşlarında olur. Doğum târihi 1867 olduğuna göre, Manastır’a 1890 yılında gelmiş demektir (1867+23=1890). Edhem Efendi o sırada 45 yaşında olduğuna göre, doğum târihi 1845 demektir (1890-45=1845). Bir iki sene eksik veya fazlasıyla, onun doğum ve vefâtını şöyle târihlendirmek mümkün oluyor: 1845-1890.

Edhem Efendi’nin kabri Filibe’dedir. Sâmiha Ayverdi 1969 ve 1971’de yaptığı Avrupa seyahatleri sırasında, Filibe’ye uğrayıp, Edhem Efendi’ye Fâtiha göndermek maksadıyla Müslüman kabristanını ziyâret etmiştir.21

*

Edhem Efendi’nin kabrinin bulunduğu Filibe Müslüman-Türk Mezarlığı bakımsız, defin işlemlerine kapalı ve perişan durumdadır. Yola yakın iki cephesine çöp dökülmüş ve sahipsiz olduğu için, kıyısından köşesinden korsan yapılarla tecavüze uğramıştı.

İlk olarak Ayşe Yıldız Topuz, Edhem Efendi için bir anıt mezar yapılması fikrini dile getirdi. Bu fikir kabul gördü, çeşitli teşebbüsler yapıldı. 2004 yılında Kabristanın düzenlenmesi ve uygun bir yerine anıt mezar inşası için bir niyet protokolü hazırlandı. Bu protokolü imzalayanlar Filibe Belediyesi adına Kosntantin Piskov, Kubealtı Vakfı adına Ayşe Yıldız Topuz ve Cenan Vakfı adına Prof. Dr. Kenan Gürsoy’dur.

Ne yazık ki, o gün bugündür TİKA tarafından yaptırılan ihata duvarı dışında Kabristanın renovasyonu ve Edhem Efendi için yapılacak anıt mezar işi gerçekleşmemiştir. İmzalanan protokole, verilen sözlere rağmen Filibe Belediyesinin vurdumduymazlığı karşısında, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı makamına, konunun hükümetler nezdinde takibi için başvurular yapılmışsa da bir sonuç alınamamıştır.22

*

Kenan Rifâî’nin Edhem Efendi hakkındaki şiiri:

Şeyh-i Muhteremim Hazret-i Edhem (kuddise sırruhu’l-âlî) Efendimiz Hakkında Söylemeye Çalıştığım Bir İki Söz23

1.Serteser gezdim cihânı, eyledim çok devr-i bâb,

Görmedim zâtın gibi hiç, bir münevver âfitâb.

2. Pek büyük bir lutf u ihsanı idi Allahımın,

Nâil etti, dergeh-i ulyâna ettim intisâb.

3. Vâsıl olmuştun kemâlin nokta-i kusvâsma,

Sîret-i peygamberi cem’oldu sende bî-hicâb.

4. Kutb-ı aktâbı idin sen asrının bî-iştibâh,

Rahmet ü lutfundan oldu cümle âlem feyz-yâb.

5. Bir hakîkatten sorulsa sanki mahtûmdu femin,

Bâtınen ancak verirdin bu suâle yüz cevâb.

6. Zikr ü fikrin her nefeste hep Hudâ-yı Zülcelâl,

Yâd olunsa ism-i Hak çeşmin dökerdi kanlı âb.

7. En sıkıntı günlerinde müştekî olmaz idin.

Pek kanaatkâr idin, hem pek cömerd, âlîcenâb

8. Her sözünde bir kerâmet zâhir olurdu senin,

Zâhiren ümmî idin, sende velâkin dört Kitâb

9. Nâmus-ı ekber idin, şer ‘e muvâfık her işin,

İnkisâr-ı kalbden eylerdin şedîden ictinâb.

10. Vasfa gelmez bir cihetle sûretinle sîretin,

Hakk eder vasfın kemâhî-hakkuhâ izzet-meâb.

11. Görmeden râhat yüzü hiç terk-i dünyâ eyledin,

Âfıtâb-ı vechine çektin firaklı bir nikāb.

12. Mürşidim Edhem, firâkın etti zindan âlemi,

Hasretinle yandı cismim, oldu vîrân u harâb.

13. Bâtınen kıldın beni eltâf-ı gûnâgûna gark.

Öyle mebzul lutf u ihsan ki kabul etmez hesâb.

14. Kâbe-i vechin tavaf etmek nasîb etsin Hudâ!

Maksad-ı Ken’ân, Cenân dâreynde sen bî-irtiyâb.

Manzumeyi kısa açıklamalarla nesre çevirirsek şunları söylüyor:

1. Cihânı baştanbaşa gezdim, birçok kapıya uğradımsa da senin gibi nurlu bir güneş görmedim.

2. Yüce Rabbim beni pek büyük bir lutuf ve ihsâna nâil etti de senin yüce dergâhına intisap ettim.

3. Sen kemâlin, mânevî olgunluğun en yüksek derecesine ulaşmıştın. Sende Hz. Peygamber’in ahlâkı, karakteri ve seciyesi apaçık şekilde mevcuttu.

4. Sen şüphesiz asrın kutb-ı aktâbı idin. Senin rahmet ufkundan cümle âlem feyiz bulmuştu.

Tasavvuf terimi olarak kutup “mânevî mertebelerin en yükseğinde bulunan kimse; zâhir ve bâtın âlemlerinin idârecisi, âlemin kalbi, âlemde Hakk’ın halîfesi vaziyetindeki insân-ı kâmil”24 anlamına gelir. “Kutbü’l-aktab”, kutupların kutbu, onların en büyüğü demektir.

5. İlâhî hakîkatlerden bir şey sorulsa, sanki ağzın kilitli ve bağlıymışçasına zâhiren bir şey söylemezdin. Fakat bâtınen, yâni sır ve mânâ cihetinden bir soruya yüz cevap verirdin.

6. Senin her nefeste zikir ve fikrin Hak Taâlâ idi; hep O’nu anar, O’nu düşünürdün. Ne zaman Allah’ın adı anılsa, gözlerinden kanlı yaşlar dökülürdü; Rabbine öylesine bağlıydın. O’nun hasretiyle için yanardı.

7. En sıkıntılı günlerinde bile asla şikâyet etmezdin. Pek kanaat sâhibi idin, elindekinin kıymetini bilir ve onunla yetinirdin. Aynı zamanda cömerttin; yüksek ruhlu, iyiliksever ve eli açıktın.

8. Senin her sözün değerliydi, her kelâmında bir kerâmet vardı. Görünüşte ümmî idin, fakat dört ilâhî kitabın hikmeti sendeydi.

“Ümmî” lügatte okuyup yazması olmayan, okuma yazma bilmeyen, annesinden doğduğu halle saf ve temiz kalmış demektir. Ayrıca “Bilgisi okuma yazmaya dayanmayan, bütün bildiklerini vahiy yoluyla Allah’tan alan” anlamında Peygamber Efendimizin sıfatı olarak da kullanılır. Buradan hareketle kitaplardan ve tahsil yoluyla değil de; Cenâb-ı Hakk’tan gelen ilham, keşif ve bağışla mânevî bilgilere, mârifet ve irfâna sâhip olanlara “ümmî” denir. Edhem Efendi’nin de tasavvufî bilgiye ve irfâna sâhip olduğu belirtilir.

9. Sen iffet, hayâ, dürüstlük ve doğruluk sâhibiydin; “Nâmûs-ı Ekber” olan Cebrâil gibi tertemizdin, her işin şerîate uygundu. Gücenmekten, kalp kırmaktan şiddetle kaçınırdın.

10. Senin maddî ve mânevî özelliklerini tam olarak anlatabilmek mümkün değildir. Ey izzet sâhibi, şerefli, yüce insan; senin vasıflarını hakkıyla ve olduğu gibi ancak HakTaâlâ ortaya kor.

11. Hiç râhat yüzü görmeden bu dünyayı terk ettin. Böylece güneş gibi yüzüne hüzün verici bir perde çekmiş oldun.

12. Mürşidim Edhem! Senin ayrılığınla âlem zindan oldu. Senin hasretinle benim vücûdum yandı, vîrâneye döndü, harap oldu.

13. Mânevî-bâtınî bakımdan beni çeşit çeşit bağışlara gark ettin, beni lutuflarla doldurdun. Senin bana verdiğin lutuf ve ihsânın öyle bol ki, hesâba kitâba sığmaz.

14. Cenâb-ı Hak senin Kâbe gibi mukaddes olan yüzünü ziyâret etmeyi nasîb etsin. Ke’ân’ın (benim) ve Cenân’ın (annemin), dünya ve âhirette maksadımız, isteğimiz, gāyemiz sensin.

(Bu makale “Hikmetin İzinde Kenan Gürsoy’a Armağan” kitabı içinde çıktı, Aktif Düşünce yayınları, Ankara, 2016)
1 Bkz. Camile Adams Helminski, Woman of Sufism, çev. Aslı Özer (Sufi Kadınlar), Samsara kitapları, İstanbul, 2004
2 Sâmiha Ayverdi ve arkadaşları, Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Mülümanlık, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 2003, s. 36. (Bundan sonra bu eseri KR 20. Asır kısaltmasıyla vereceğiz.
3 Bkz. Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, Fatiş yayınevi, İstanbul, 1958, s. 464.
4 N. Araz, Anadolu Evliyaları, s. 465
5 Age, s. 464
6 “Üveysî”, zâhiren görmediği kişi ya da kişilerden mânevî eğitim alan kimseye denir. Tasavvufta, Hz. Peygamber zamanında Yemen’de yaşayıp müslüman olan, ancak kendisiyle bizzat görüşemeyen Üveys el-Karanî’nin (Veysel Karanî) rüya veya diğer mânevî yollarla Hz. Peygamber tarafından irşat edildiği kabul edilir. Bu tür kişilere Üveysî, bu metoda da Üveysîlik denir. Üveysîler, Hızır’dan veya bir mürşidden ruhanî yolla eğitim gören kişilerdir. Edhem Efendi için “Üveysî-Kādirî” dendiğine göre, onun Andülkādir Geylânî hazretleri tarafından ruhânî ve mânevî yolla irşad edildiği anlaşılıyor. Üvesîlik için bk. Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c. 42, s. 400.
7 Bkz. Mustafa Tahralı, “Kenan Rifâî”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c. 25, s. 254.
8 Ayını yer ve sayfa.
9 Kenan Rifâî, Seyyid Ahmed er-Rifâî, yayına hazırlayan Mustafa Tahralı, sadeleştiren Mehmet Demirci, Cenan Vakfı neşriyatı, İstanbul, 2015, s. 259
10 Sâmiha Ayverdi, Dost, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 1999, s. 15
11 Dost, s. 15; İsmet Binark, Dost Kapısı, Cenan Vakfı neşriyatı, İstanbul, 2005, s. 43
12 Anadolu Evliyaları, s. 454
13 Kenan Rifâî’nin üstün bir lisan yeteneği vardı. Yahudi dilini, çocukluğunda Filibe’de kısa süre devam ettiği Ettiği Alyans İzrailit okulunda öğrenmiş olmalıdır. Bkz. Mehmet Demirci, Ken’an Rifai Yazıları, Cenan Vakfı yayını, İstanbul, 2016, s 27
14 KR 20 Asır, s. 542
15 KR 20. Asır, s. 41-42
16 Anadolu Evliyaları, s. 468
17 KR 20 Asır, s. 37
18 Kenan Rifâî, Sohbetler, Kubbealtı neşriyatı, 4. baskı, İstanbul, 2011, s. 120
19 Anadolu Evliyaları, s. 461
20 Bkz. KR 20. Asır, s. 41
21 Bkz. Sâmiha Ayverdi, Yeryüzünde Birkaç Adım, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 2008, s. 92,98
22 Anıt kabir yapımıyla igili bilgi ve belgeleri lütfeden Güner Topuz’a teşekkür ederim.
23 Ken’an Rifâî, İlâhiyât-ı Ken’an, yayına hazırlayan: Mustafa Tahralı, Cenan Vakfı neşriyatı; İstanbul, 2013, s. 42
24 İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.