Teoman Duralı kitabı

Prof. Dr. Teoman Duralı (d. 1947) felsefe hocası, ilgi çekici bir kişiliğe sahip. Babası 1927’de elektrik mühendisliği tahsil etmek üzere Almanya’ya gönderilir. Orada bir Alman’la evlenir.
Yani anne Hristiyan, baba Müslüman. İkisi de sadakat, vefa ve ahlak konusunda tavizsiz ve yüksek karakterli birer kişiliğe sahip.

Ali Değirmenci’nin Teoman Duralı ile yaptığı bir nehir söyleşi “Öyle Geçer ki Zaman Teoman Duralı Kitabı” adıyla basıldı (Turkuvaz Kitap, 2020). Değirmenci 496 sayfalık kitabın Takdim yazısını şu cümleyle bitirir:

“Sadece ‘bir felsefecinin hayatı’ şeklinde okunmayacak bu kitap, Teoman Duralı’nın bütün hayatı boyunca gördüğü, okuduğu, araştırdığı ve incelediği binlerce konunun yanında, bir hakikat arayıcısının izlerini ve bu izlerin güzergahını sunuyor okuyucularına.”

AYKIRI BİR KİŞİLİK
Teoman Duralı’nın çocukluğunda zeki fakat afacan, ele avuca sığmaz, aykırı bir kişiliğe sahip olduğu görülür. İlk mektepten itibaren lise bitinceye kadar okul hayatını hiç mi hiç sevmemiştir. Kırık notlarla, bütünlemelerle, kayırmalarla güç bela ilk ve orta tahsili bitirebilmiştir. Ama müthiş bir lisan kabiliyeti vardır, kendi gayretiyle birçok yabancı dil öğrenir. Maceraperesttir, kıt imkanlarla Anadolu’yu ve çeşitli ülkeleri gezer. Lisedeki bir hocasının telkiniyle İstanbul Üniversitesi’nde felsefe okur.

Söyleşi kitabında Türkiye’nin son 70 senesiyle ilgili fikri, kültürel, sosyolojik ve politik pek çok tespit ve gözlem notları yer alır. Bu arada Duralı’nın, genel geçer kabullerden farklı, ezber bozan ve kendine özgü birçok görüşü dikkati çeker.

Kitaptaki can sıkıcı birçok yazım hatası beni rahatsız etmişti. Dönüp “Takdim”i, tekrar okuyunca metnin, “Hocanın kendine has imlasına riayet ederek” düzenlendiğini gördüm. Bu da aykırı karakterinin bir örneğidir.
Bu kadar önemli bir eserde “dizin” bulunmaması bir eksikliktir.

DİNLE İLGİSİ
Teoman Duralı kitabından altını çizdiğim yerlerden bir kısmını, birkaç yazıda ele almak istiyorum. Söyleşide “din” konusuna çokça yer verilir. Aileden ahlak dışında dine ait herhangi bir telkin almamıştır. Şöyle der:

“Babam dinin edep kısmını bütünüyle yerine getiren bir adamdı. (..) Sadakatta da eksiği olmamıştır. İbadet kısmına rastlamadım, yani kendisini namazda falan görmedim. Şu da var, Osmanlı’da yetiştiğinden, muamelatı mükemmel bilirdi. Rahatlıkla cuma namazı kıldırabilirdi. Gel gör ki bunu ifade veya izhar etmez, edenlere de kızardı, onlara tepkiliydi.”

Kendi serüveni ilginçtir: “Dine bir daha çıkmamak üzere çok sıkı intisab etmem, 1971’de Afganistan’da başımdan geçen ölüme ramak kala yaşadığım bir olaydır. Aileden almadım.
Daha önce kendi arzumla ve kararımla 12 yaşımdayken Kur’an dersi için yazın Ankara’da Bağçelievler camii imamına gitmiştim. Öğrenmek istiyordum.
Bu, dine duyduğum yakınlıktan değildi; bir ilgi, bir meraktı.” Orta ve liseyi okuduğu 1950’li yıllarının Ankara’sını anlatırken: “Memur takımı içinde dini duyarlılık yoktu. Neredeyse oruç tutan, namaz kılan hiç adam görmedim” der.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.