Yağmur duasına dair

Ülkemiz son dönemlerin en kurak yılını yaşıyor. Sonbahar yağışsız geçti.
Barajlarımız alarm veriyor. Büyük şehirlerimiz ciddi bir susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya. Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) 11 Aralık Cuma günü yağmur duası yapılmasını kararlaştırdı ve bu konuda bir hutbe hazırladı.

Yağmur duası dinimizde ve geleneğimizde yeri olan bir uygulamadır. Peygamber Efendimizin yağmur duası yaptığını bildiren hadisler vardır. İçten dualar sonunda istenen yağmurun yağdığına dair yaşanmış birçok örnek bulunur.

Tabiat olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde meydana gelir. Yağmur da belli fiziki şartların oluşmasıyla yağar.
Yağmur duasıyla Allah’tan sebep-sonuç ilişkisini yağmur yağmasına yol açacak şekilde yönlendirmesi niyaz edilir.
Her dua gibi yağmur duası da determinist bir anlayışla maddi bir sebep olarak görülmez; olumlu ya da olumsuz bir sonuç alınması halinde de bu olay, ilahi irade ve takdir çerçevesinde gerçekleşen ve maddi sebeplerin gerekliliğini dışlamayan bir netice olarak görülür.

ASRIN YAZARIMIZ
Çok okunan ‘asrın yazarımız’ Diyanet’in yağmur duasını ti’ye alan bir yazı yazdı.
‘Araştırmacı gazetecilik’in iyi bir örneğini vererek, DİB’in çok gelişmiş astronomi birimi olduğunu yazdı. Modern teknolojiyi kullanan bu birimin yaptığı işleri okuyunca ben de sevindim. Eğitim için NASA’ya gönderilen Diyanet astronomu bile varmış.

Aynı kişi yazının sonunda soruyor: Meteorolojinin bütün yurtta yağış gösterdiği bir gün Diyanetin yağmur duasına çıkması nedir?

Ben de bir ‘araştırmacı gazetecilik’ yaptım. Cuma hutbelerinin hazırlanmasının en az bir haftalık prosedürü varmış: Önce konu kararlaştırılır, birisi metni hazırlar, ilgililer üzerinde görüşürler, birkaç kademenin onayından geçer, en son Başkan görür ve yayınına karar verilir.

Aralık ayının ilk iki haftası yağışsız günlerdi. Söz konusu hutbe ve karar o şartlarda hazırlandı. ‘Asrın yazarımız’ın ima ettiği gibi yağmurlu günlerin hemen öncesinde hazırlanmadı. Ayrıca 11-13 Aralık’tan sonra düne kadar İzmir’e bir damla yağmur düşmedi.

Gel de Ziya Paşa’yı hatırlama:
“Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim/ Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde” (Birçok acemi müneccim/ astronomi bilgini, gökte yeni yıldızlar keşfedeyim derken gaflete dalarak yolunun üzerindeki kuyuyu görmez.)

KALBUR HİKAYESİ
Hz. Mevlana’dan bir hikaye: Padişahın biri oğlunu, esrarengiz ilimlerle meşgul olan hüner sahibi bir topluluğa teslim eder.
Çocuk son derece aptal yaradılışlı olmasına rağmen, becerikli hocaları onu çok iyi eğitirler ve gerekli olan bilgileri fazlasıyla öğretirler.
Sonunda çocuk iyice yetişip babasının yanına döner.
Bir gün padişah avucuna bir yüzük saklar ve oğlunu imtihan etmek ister: “Söyle bakalım avucumda ne var?” diye sorar. Çocuk:
“Avucundaki yuvarlak içi boş bir şeydir” der. Padişah sevinerek: “Özelliklerini bildin, şimdi ne olduğunu söyle!” deyince çocuk:
“Avucundakinin kalbur olması lazım” der. Padişah:
“Aklı hayretler içinde bırakan bu kadar özelliği bilgi ve tahsil sayesinde söyledin, fakat kalburun avuca sığmayacağına nasıl akıl erdiremedin a oğlum?” demekten kendini alamaz.

NOT: Ebu Bekir Sifil’in ‘Asrın yazarımız’ aleyhinde, cenaze namazının kılınmaması şeklindeki ifadesini şiddetle kınıyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.