Diplomatın namazı

‘Öyle Geçer ki Zaman Teoman Duralı Kitabı’ (Turkuvaz yayını, 2020) kitabından bir anekdot, Teoman Bey anlatıyor:

Malezya’dayım. 1992 Ramazanı. İran elçiliği Kuala Lumpur’daki Müslüman misyonlara iftar yemeği veriyor. Bizi de davet ettiler. Türklerden üç kişiyiz:
Alparslan Açıkgenç, Ahmed Davutoğlu, bir de ben. Yan yana oturuyorduk. Yanımda elçiliğin başkatibi, çok genç biri vardı. Büyükelçiyi çağırmışlar, seyahatte olduğu bahanesiyle gelmemiş. Türkiye laik ya. Katibi gönderiyor.

Oturduk, tanıştık, konuşuyoruz. O arada akşam ezanı okundu. Bir iki lokmayı ağzımıza attık, bir şeyler içtik. Acemler, “Yukarıdaki salonu mescit haline getirdik, akşamı kılmak isteyen olursa yukarı buyursun” diye duyurdular. Ahmet Davutoğlu, Alparslan, ben kendiliğimizden kalktık, katip oturuyor. Elçiliğimizin başkatibi, “Hocam, ne edeceğim? Benim de kılmam gerekir mi?” diye endişeyle sordu. “Şart değil, laik bir ülkeyiz. Ama siz resmi temsilcisiniz, gelseniz güzel bir görünüm arzeder, gelmezseniz kimsenin bir diyeceği olmaz” dedim. Tereddüt içinde “İyi olur değil mi hocam?” diye üsteleyince, niye tereddüt ettiğini sordum. “Size bir itirafta bulunacağım.
Hiç namaz kılmadım, nasıl kılınacağını bilmiyorum” cevabını verdi. “Ahım şahım tekniği yok, herkes ne ediyorsa, onu yapacaksınız” dedim.

Fakat şimdi başka bir derdi var. “Hocam, abdesti nasıl alayım?” dedi. Abdest alırken düşer bir yerini incitir, kırar, döker kaygısıyla ona ‘boş ver, almış kabul et’ dedim. Gidip safa dizildik. Yan yanayız.
Bir adım öne çıkmamı istedi. “Çıkamam, mesafeler dar, beni görmene lüzum yok, yere yıkılınca sen de yıkılacaksın, kalkacaksın, yapacağın bu” derken ‘dua da bilmiyorum’ dedi. Artık çenesini kapatması gerektiğini usturupluca söyledim.
Sonunda namazı kılıp aşağıya indik.

Başkatip bu namaz kılma olayını kastederek hayatının en zor anını yaşadığından bahsetti. Babası hariciyeciymiş, İsviçre’de doğmuş, sonra Türkiye’ye gelmişler, ömründe camiye yüz metreden fazla yaklaşmamış. “Niye, bırak Müslüman’ı, Türkiye’yi ziyarete gelenlerin ilk uğradığı yer cami oluyor” diye çıkıştım biraz. “Cami bana hep karanlık ve korkutucu gelmiştir” deyince “Sen Katolik kiliseleriyle karıştırıyorsun” dedim.

İSLAM VE TÜRKLÜK
Tanzimat’tan bu tarafa Batı’nın pozitivist ve materyalist felsefesinin etkisinde kalarak yavaş yavaş dinden uzaklaştık.
Erken Cumhuriyet döneminde okumuş yazmışlar arasında dinle mesafe iyice arttı ve hikayedeki başkatip gibi ürünler çoğaldı.
Neyse ki son yıllarda durum bir hayli düzeldi. Bugün Malezya’da ve Endonezya’da dinini bilen büyükelçilerimiz var.
Teoman Duralı bu yanlış din anlayışını eleştirir:

“Türk milletini de en etkilemiş, belirlemiş unsur İslam medeniyetidir. İslam bizim astarımızdır. Hayran olduğumdan değil, gerçeklik bu da ondan. Daha önce de söyledim, İslam’ı çekip çıkardığınızda Türklükten eser kalmaz. Türklüğün yüzde doksanı İslam’dır çünkü.

Öbür İslam milletleri bizim gibi değil.
İran’dan İslam’ı çıkartın, o kültür devam eder. İslam yüzde altmışsa, yüzde kırk İslam dışı bir Farslık var. Araplarda da bu böyledir. Önemli miktarda Hıristıyanları var. Baascılara bakınız, İslam’ı bir kültür olayı olarak gördüklerini anlıyorsunuz.”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*