Tasavvuf, dini daha içten ve derinden yaşama gayretidir, dinin şekliyle birlikte özünü, ruhunu yakalamaya çalışmaktır. Tasavvufun kurumlaşmış şekline tarikat denir. İslam dünyasında 12. yüzyıldan itibaren tarikatlar kurulmaya başladı. Bunlardan biri de Rifailik’tir. Tarikatin kurucusu Seyyid Ahmed er-Rifai (v. 1182) Bağdad’la Basra arasında bir bölgede doğdu. Hz. Hüseyin soyundandır. Rifailik Ortadoğu, Anadolu ve Balkanlarda yayılmıştır.
Seyyid Ahmed er-Rifai’nin türbesi, Bağdat’tan otobüsle 6 saat mesafede Ümmü Abide köyünde yer alır. Burası ve çevresi, Irak’ta XV. asra kadar bereketli topraklara sahip canlı bir yer idi. Sulama imkanları iyiydi. Ahmed er-Rifai’nin sağlığında ve ondan sonraki üç asırda türbe ve tesisleri, tarıma elverişli geniş arazilere sahip idi, büyük bir bostanı vardı ve sayısı binleri bulan ziyaretçilerine, sabah akşam iyi yemek çıkarılırdı.
Seyyid Ahmed er-Rifai’nin vaazlarına binlerce kişinin katıldığı nakledilir. Pazartesi ve Perşembe günleri öğleden sonra umuma hitap eden vaazlar verirdi. Cuma geceleri ise zikrin icra edildiği ihya gecesi idi. Sohbetini dinlemeye gelenler arasında emirler, ulema, şeyhler ve halktan insanlar da olurdu. Kalabalık günlerde civarda çadırlar kurulurdu.
RAVZADA ÖPÜLEN EL
Ahmed er-Rifai 1160’ta hacca gitti. Dönüşte Medine’yi ziyaret etti. Bu sıradaki şu olay çok meşhurdur. Rivayete göre, Hz. Peygamber’in kabri önüne gelince “es-Selamü aleyke ey dedem” diyerek selam vermiş, orada bulunanlar Hz. Peygamber’in “Aleyke’s-selam ey oğlum!” sözüyle selama karşılık verdiğini duymuşlar; cezbeye gelen Rifai diz çöküp, “Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; şimdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim” manasına gelen meşhur şiirini okumuş; bunun üzerine Hz. Peygamber’in kabrinden dışarıya nurani bir el uzanmış ve Rifai bu eli öpmüş; oradaki büyük bir topluluk hadiseye şahit olmuşlardır. Ahmed er-Rifai’nin biyografisini yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevatir bir haber şeklinde değerlendirirler. Hz. Peygamberin vefatından sonra da hayatiyetini sürdürmesi bu olayı doğrular.
BÖLGE ZAMANLA TERK EDİLDİ
İbn Battuta Ahmed er-Rifai türbesine ziyaretini anlatır (1326-1327). Bu sırada akşam yemeğinde pirinç ekmeği, balık, süt ve hurma ikram edildiğini yazar. Burası Anadolu tasavvuf tarihinin de önemli simalarından olan Mahmud Hayrani (ö. 1269), Ahmed el-Bedevi ve Ahmed-i Kuçek tarafından da ziyaret edilmişti.
Ancak Moğol istilaları ve salgın hastalıklar sebebiyle Rifai türbe ve tesisleri, XV. asırda terk edildi. İklim değişikliklerinin de etkisiyle giderek çölleşen bir arazi içinde dört asır boyunca metruk bir vaziyette kaldı.
Hazretin türbesi ilk defa 1887-1890 yılları arasında II. Abdülhamid’in himayesinde ve Rifai şeyhi Ebu’l-Hüda Efendi’nin idaresinde büyük bir restorasyondan geçti. Böylece bölge yeniden canlılık kazandı. (Bkz. Aliye Uzunlar, Seyyid Ahmed er-Rifai’nin Asitane ve Türbesinin Tarihçesi)
O günden beri yıpranan S. A. Rifai türbesi günümüzde yeniden ciddi bir restorasyon geçirdi. Türkiye’den Nef Vakfı’nin üstlendiği bu işin hikayesi bir sonraki yazıda.
Okuyucularımın bayramını tebrik ederim.