Denis Gril’in İslam Maneviyatında Hz. Muhammed kitabından devam ediyorum:
Hz. Peygamber vefat edip defnedilince bedeninin oradaki mevcudiyeti kabrinin toprağını (türbe), çevresini ve Medine’yi mukaddes bir toprak haline getirir. Şiiler Kerbela toprağını ve diğerleri evliya kabirlerini böyle kabul ederler. Ancak Peygamberin kabrindeki durumu, ölü bir bedenin temsili değildir. Hiç şüphesiz sıradan bedensellikten daha incelikli başka bir mertebededir. Zira nebilerin kabirlerinde hayatiyetlerini sürdürdükleri kabul edilir.
Denis Gril, torunu, eşi, Mahmut Erol Kılıç, Mustafa Tahralı
Peygamber Efendimiz sahabilere Cuma gününün efdaliyetini anlattığında ve o gün fazlaca namaz kılmalarını veya kendisine salavat getirmelerini tavsiye ettiğinde, “çünkü sizin salat ve dualarınız bana arz olunur” buyurur. “Senin kemiklerin toza toprağa karıştıktan sonra bizim duamız sana nasıl arz olunacak?” diye sorarlar. “Allah, yeryüzüne peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kılmıştır” diye cevap verir. (Ahmed b. Hanbel, IV, s. 8)
Bu durumda ne tür bir bedenden bahsedilmektedir? Bu dünyayla öbür dünya arasında yer alan berzahta, yani bir tür ara hayatta, ibadet amellerine devam eden bir bedenden mi? Bu soru, Peygamberin halen canlı olan ve hissedilebilen mevcudiyetini gösteren kıssalar aktararak onun kabrini ziyaret edenlerin veya yakınında bulunanların ona hürmet ve tazimini artırmaya çalışan müellifleri de meşgul etmiştir. Mesela Said b. Müseyyeb, Harre vakası (63/683) esnasında Peygamberin kabrinin yanında kilitli kalır. Üç gün boyunca Mescid-i Nebi’de ezan okunmaz ve Said namaz vakitlerinden sadece kabirden gelen mırıltıyla haberdar olur.
TIPKI ŞEHİTLER GİBİ
Ölen ama diri kalan şehitler gibi peygamberlerin bedenleri de insanlığın bu dünyadaki ve öbür dünyadaki şahitleri olarak, sıradan bedensel hayatın hudutlarından kurtulmuş ve manevi hislere sahip zatlara yarı hissedilebilir bir şekilde zuhur eden ruhlar gibi canlı kalırlar. Peygamberin “Allah, yeryüzü peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kılmıştır” ve “Kim bana selam verirse, onun selamını almam için Allah mutlaka bana ruhumu iade eder. Ben de onun selamına karşılık veririm” (Ahmed b. Hanbel, II, 315) şeklindeki ifadeleri, kabirdeki bedenin bir varlığın aracı olmaya devam ettiğini ve bir etkiye sahip olduğunu düşündürür. Bu da Hz. Peygamberin neden hayattayken olduğu gibi ziyaret edilip selamlanmaya devam edildiğini açıklar. Bu ve benzeri diğer hadisler, kabir ziyaretinin temelini oluşturur. Bu ise bütün dini geleneklerde olduğu gibi kabirde bedenle ruh arasında devam eden bağlantı meselesini gündeme getirir. Bedenin bu uhrevi boyutu, tüm insanların müşterek kaderidir zira herkes yeniden diriltilecektir.
HER BAKIMDAN İLK OLAN
Ölen kişinin bedeniyle temas halindeki toprağın, yani türbenin, mezarın üzerine inşa edilen yapıyı, başlangıçta bir çadırken daha sonra küp ile yarımküreyi birleştiren ve yeryüzüyle gökyüzünün birliğini simgeleyen bir mimari form olan kubbenin eşdeğerini ifade etmesi dikkat çekicidir
Hz. Peygamberin dünyaya geldiği sırada bir bedene bürünmüş olan ezeli nurunun, onun ilk diriltilecek kişi olduğunu açıkladığın da hatırlayalım: “Ben Kıyamet günü Ademoğullarının efendisiyim, bununla övünmem, ben kıyamet günü yerin kendisi için yarılacağı ilk kişiyim, bununla övünmem, ben kıyamet günü ilk şefaatçi olacağım, bununla övünmem.” (s. 307-310) (Devam edecek)