1915 Çanakkale Köprüsü’nün ruhu ve anlamı

1915 Çanakkale Köprüsü’nün ruhu ve anlamı

Prof. Dr. Mehmet Demirci / Star-Açık Görüş
13.03.2022

Bugün “1915 Çanakkale Köprüsü” ile bu topraklarda bir zafer daha yazılıyor. Köprünün teknik özellikleri gazetelerde uzun uzun anlatılıyor. Meselenin özüne bakacak olursak bu muhteşem köprüyü milletimizin mayasını teşkil eden gaza ve cihat ruhunun dirilmesi olarak görebiliriz. Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin şahlanma dönemi gelmiştir. Günlük sıkıntılar içimizi karartmasın, bunların hepsi geçecek, “geççek”. İstikbal bizimdir. Gazi Süleyman Paşa’nın sallarla geçtiği Çanakkale’nin iki yakasını, bugün çağın en modern köprüsüyle birbirine bağladık.


Türkler’in İslam dinine kütleler halinde girmeleri onuncu yüzyılda vuku buldu. İslamlaşmanın sebepleri şöyle sıralanabilir: Her şeyden evvel din olarak İslamiyet’in bir üstünlük ve cazibesi vardır. Eski dinleri olan Şamanlık’taki tek tanrı inancı, Türkler’in İslamiyet’in tevhid akidesini kolayca benimsemesinde amil olmuştur. Ayrıca Türkler Müslüman Arap ordularında asker olmuş, birlikte çarpışmışlar, bu sırada yeni dîni yakından tanıma imkânı bulmuşlardır. İslamiyet’in cihad ülküsü, Türkler’in savaşçı ruhuna uygun düşmüştür.

İslamlaşmada tasavvuf

Türkler için İslamiyet’e girmek, basit bir din değiştirme hâdisesi değildi. Zira Müslümanlık bu milletin mizacına uygun şekilde bir dünya görüşü ve bir büyük medeniyeti de beraberinde getirdi, milliyetini korumasında birinci âmil oldu.

İslamlaşmada “Tasavvuf inanışı”nın da payı mühimdir. Türklerin eski inançlarındaki “kam” tipi keramet sahibi, gaipten haber veren, her derde deva olan esrârengiz bir kişiliktir. Bununla, tasavvufun “veli” tipi ve şeyhleri arasında büyük benzerlik görüldüğünden sessiz bir kaynaşma olmuştur. Sonuçta eski Türkler’deki “Alp” tipi, yeni dinle birlikte “Alp-eren” halini almasıdır.

Tarihte Türkler cengaver bir millet olarak tanınır. İslâmiyeti kabullerinden sonra da bu kahramanlık ve cengaverlikleri artarak devam etmiştir. Artık bu haslet kuru kavga için olmayıp, yüce bir idealin hizmetindedir, i’lay-ı kelimetullah, Allah’ın adını yüceltmek ve daha ötelere götürmek içindir. İslam dini cihada, şehitlik ve gaziliğe büyük önem vermiştir: “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar”(Al-i Imran, 169)

İslâm fetihlerinin esas gayesi i’lâ-yi kelimetullahtır. Nitekim Hz. Peygamber’e, “Allah yolunda olan kimdir? Ganîmet kazanmak için harp eden mi, cesaretiyle şöhret kazanma amacında olan mı, yoksa kabilesiyle dayanışma halinde bulunduğunu göstermek isteyen mi?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Hiçbiri değildir. Sadece Allah’ın adını yüceltmek için savaşan kimse Allah yolundadır.”

İslâm fütûhat tarihinde önemli bir yere sahip olan Türkler’e Oğuz Destanı’nda hedef gösterilen, “büyük nehirlere ve büyük denizlere varma” şeklindeki ideal, dönüşerek i’lâ-yi kelimetullah halini almıştır.

“İ’lâ-yı kelimetullah” bir başka ifâdeyle “Kızılelma” gazâ ve fetih ruhunun hamle anahtarıdır. Müslüman Türkler için Kızılelma önce Malazgirt idi. Sonra İstanbul, ardından Belgrat oldu. Ne yazık ki Roma’dan geri döndü.

“Kızılelma” Oğuz Türkleri’nden beri Türk cihan hâkimiyeti ülküsüne verilen isimdir. Kızılelma Türkler için, ulaşılması gereken ülkelerin ulaşılmadan önceki sembolü olmuştur. İstanbul, Belgrat, Beç (Viyana) birer Kızılelma idi. Yahya Kemal şöyle der: “Çıktı Otranto’ya pür-velvele Ahmed Paşa / Tuğlar varsa gerek, Kızılelma’ya kadar.”

Cihat ruhu

1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun kapıları Türklere tamâmen açıldı. Ancak bir ülke sadece askerî güçle elde edilemez. Asıl fetih kalplerin fethi, ülkeyi fert fert insanıyla kazanabilmektir. İşte burada gönül adamlarına büyük iş düşer.

Anadolu Türklüğü, yeni vatana büyük bir inanmışlar ordusu hâlinde yürüdü. Bu halkın yeni coğrafyada, yerleşip gelişmesinde mânevî ve medenî vazîfe gören en mühim kuruluşlar, tarîkatlerdi. Tarîkatler Anadolu halkının, heyecanlı bir îman çevresinde toplanıp, coşkun bir mânevî hayat yaşama ihtiyâcını karşıladı.

Bizim edebiyat ve târihimizde idealize edilmiş tiplere âit pek çok malzeme ve örnekler vardır. Gazavât-nâme, Zafernâme, Fetihname, Danişmend-nâme, Saltuknâme diye bilinen eserler bu türe âit misâllerdir. Yurdumuzun çeşitli bölgelerinde, Anadolu Gâzileri’ne âit türbe veya makamlar hâlâ ayaktadır. Bu kahramanlar çoğunlukla gâzî-derviş ve yâ alp-eren dediğimiz savaşçı derviş hüviyetindedirler. Yâni, hem elde kılınç savaşırlar; hem de ahlâk, fazilet ve olgun insan olma yolunda ellerinden gelen gayreti gösterirler. Hem cihad hem de mücâhede adamıdırlar. Cihadları düşmanla, mücâhedeleri nefisleriyledir. “Büyük cihad” olan nefisleri ile savaşta başarılı oldukları ölçüde düşmanla muharebedeki üstünlükleri savaşta başarılı oldukları ölçüde düşmanla muharebedeki üstünlükleri artar.

Rumeli’ye geçiş

1071’den on sene sonra İzmir ve çevresi Çaka Bey (ö. 1095) tarafından ele geçirildi. Bu dönem kısa sürdüyse de Aydın Oğlu Gazi Umur Bey (ö. 1348) İzmir’i kalıcı olarak fethetti. Umur Bey donanmasıyla Gelibolu’ya da 1331-32’lerde seferler düzenledi. Buradaki kalıcı fetih Osmanlıya nasip oldu.

Orhan Gazi zamanında Süleyman Paşa (ö. 1357) önderliğindeki Osmanlı ordusu Rumeli’ye geçmeden az önce Lapseki’yi fethetti. Süleyman Paşa, denizden geçişi kolaylaştıracak bir yer ararken Marmara Denizinin giriş çıkış kapısı niteliğindeki Lapseki Çardak Mevkiine gelince burada bir mescit yaptırdı. Bir süre sonra o günün gemileriyle Gelibolu’ya geçtiler (1354?)

Hoca Sâdeddin Efendi, Aşıkpaşazade, Âlî gibi Osmanlı tarihçileri Rumeli fethinin manevi boyutunu da ele alırlar. Türk ressamlarının meydana getirdiği konu ile ilgili yağlı boya tablolarda görüldüğü üzere; Türkler, Rumeli’ye sallar üzerinde geçtiler. Düzenli ordularla Rumeli’ye adım atan Süleyman Paşa için söylenen şu beyit, anlatılmak istenen inanış ve düşüncenin bir tezâhürü sayılır:

“Kerâmet gösterip halka sûya seccâde salmışsın / Yakasın Rumeli’nin dest-i takvâ ile almışsın”

“Takvâ eli” ve ihlâs ayağıyla adım atılan Rumeli ve Balkan toprakları o kadar benimsenmiş ve sevilmiştir ki; taşı, toprağı ve nehirleriyle bile yeni imanın temsilcisi gibi düşünülmüştür. Âşık Çelebi (1572), mıuhteşem Tuna şiirinde şöyle der:

“Kişver-i kâfirden îman ehline akub gelir Kıbleye tutmuş yüzünü bir müselmandır Tuna”

Gelibolulu Ali Künhü’l-Ahbar’ında fethin manevi boyutu hakkında şu beyitlere de yer verir:

“Akdeniz’i geçmişiz, biz bu iki sal ile / Himmet-i merdan ile gaybdan irsal ile

Oldu bizim salımız taht-ı Süleyman’ımız / Gözlerimiz açmışuz ahsen-i a’mâl ile

Gelibolu

Gelibolu bölgesi mübarek topraklardır, bünyesinde bir Mevlevihane ve çok sayıda türbe barındırır. Gazi Süleyman Paşa Türbesi, Sinan Paşa Türbesi, Kalender Baba Türbesi, Bayraklı Baba Çilehane, Ece Bey Türbesi ve özellikle Yazıcıoğlu Mehmet ve Ahmet Bican kardeşler dikkati çeker. Onların Ahmediye ve Muhammediye adlı kitapları asırlarca halkımızın manevi gıdası olmuştur.

Burada yatan Yazıcıoğlu Mehmet (ö. 1451) ve Ahmet Bîcan (1466), fütûhat devrimizin aktif ve savaşçı derviş tipine uygun özellik taşırlar. Mehmet bir yandan eser yazıp irşadla uğraşırken; bir yandan da, o sıralarda düşmanla burun buruna olan Gelibolu’da deniz savaşlarına katılmıştır. Şöyle söyler:

“İlahî biz kulun dahi Gelibolu’da olurduk / Deniz katında beklerdik Frenkten kale vü âfak”

İşimiz cenk idi ekser çü heftâd ü dü millet ki / Verirdik başı yolunda ederdik mâlimız infak.”

Kardeşi Ahmet Bîcan ise aynı konuda şunları yazar: “Elhamdü lillâh ki Gelibolu’da nice kez kâfir ile cenk edip gazâlar edip dururuz. Gâh kâfir bize, gâh biz kâfire vurup dururuz.”

Gaza ve cihad ruhu 1915’te bir kere daha kendini gösterdi. On binlerce şehit verdiğimiz Çanakkale zaferimizi Mehmet Akif taçlandırdı:

“Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer/ Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin / Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! / Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”

1915 Köprüsü

Bugün “1915 Çanakkale Köprüsü” ile bu topraklarda bir zafer daha yazılıyor. Köprünün teknik özellikleri gazetelerde uzun uzun anlatılıyor. Meselenin özüne bakacak olursak bu muhteşem köprüyü milletimizin mayasını teşkil eden gaza ve cihat ruhunun dirilmesi olarak görebiliriz. Köprünün Anadolu ayağının yer aldığı Lapseki’de, 1915 yılında Çanakkale Savaşı esnasında getirilen şehit ve yaralı askerlerimizin bir kısmı yatmaktadır. Buradaki şehitlik, köprüye ruh vermektedir.

İ’lây-ı Kelimetullah (Kızılelma) geçmişte kalmış bir ideal değildir. Bugünün Kızılelması, mütefekkir yazarımız Samiha Ayverdi’nin (1905-1993) deyişiyle “İrfanla satın alınmış bir ilay-ı kelimetullah”tır. Herkesin işini en iyi şekilde yapmasıdır. Cihadın kelime anlamı çok çalışmak demekti. Bugünün cihadı millet olarak çeşitli alanlarda ilimde, ahlakta, sanayide, askerlikte dünya milletleri arasında ön saflarda olamaya çalışmaktır. İşte Çanakkale Köprüsü bunun canlı bir örneğidir.

Milletlerin çeşitli bakımlardan ikbal ve idbar (bahtının açıldığı ve tersine döndüğü) dönemler vardır. Günümüzde ikbal ve talih açıklığının işaretleri görülüyor. Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin şahlanma dönemi gelmiştir. Günlük sıkıntılar içimizi karartmasın, bunların hepsi geçecek, “geççek”. İstikbal bizimdir. Gazi Süleyman Paşa’nın sallarla geçtiği Çanakkale’nin iki yakasını, bugün çağın en modern köprüsüyle birbirine bağladık. 1915 Çanakkale Köprüsü hayırlı olsun. Bizi daha güzel günlere taşıyacak ümit, aşk ve heyecan köprüsü olsun.

mehdemirci@hotmail.com

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.