TÜRKİYE’DE YUNUS EMRE ÇALIŞMALARINA GENEL BAKIŞ

TÜRKİYE’DE YUNUS EMRE ÇALIŞMALARINA GENEL BAKIŞ

Mehmet Demirci

Genel kabule göre Yunus Emre 13. ve 14. asırlarda, 1240-1320 seneleri arasında Orta Anadolu’da yaşadı. Dervişliği ve tasavvufî şiirleriyle meşhurdur. Şifâhî kültür geleneğimiz içinde şiirleri dilden dile dolaştı, bestelendi. Tekke ve dergâhlarda ilâhî olarak, Alevi-Bektaşi çevrelerinde deyiş ve nefes olarak okuna geldi. Farklı din anlayışına sahip insanlarımız arasında ortak ve birleştirici bir bağ oldu. Kendisi “72 millete bir gözle” baktığı için onun şiirleri aynı hizmeti gördü. Her seviyeden halkımız bir-iki Yunus şiiri bilir. O bizim ortak sembolümüzdür.

Tarihte böyle olduğu gibi Yunus Emre günümüzde de farklı inanışta ve seviyedeki insanımız tarafından aynı zamanda benimsenmektedir. “Bu nasıl bir şâirdi ki, herkes onda kendine göre bir şey bulabiliyordu? Alevisi de sahip çıkıyordu, Sünnisi de; solcusu da sahip çıkıyordu, sağcısı da; batıcısı da sahip çıkıyordu; doğucusu da…”1

Realite bu olmakla birlikte Yunus’un tarihi kimliği hakkında fazla bilgimiz yoktur. Onu daha çok menkıbeler vasıtasıyla tanıyoruz. Yunus’un şahsî yönünün bilinmezliği, tasavvuf inanışındaki mahviyet ve tevâzuun bir sonucu da olabilir. Önemli olan bırakılan eserler ve hikmetli şiirlerdir. Bunlar ortadayken şâirin bilinmemesinin ne önemi var. Bilinmezlik zırhına bürünmek bir olgunluk alâmetidir.

Yunus’un takipçilerinin çoğu da aynı yolu benimsemişlerdir. Yunus’un etkisinde kalan ve onun yolundan giden bazı Hakk dostları aynen Yunus Emre gibi şiirler söylemiş, fakat mahlas olarak kendi adlarını kullanma yerine “Aşık Yunus, Derviş Yunus” demeyi tercih etmişlerdir. Bu da onlar adına bir mahviyet göstergesidir. Nihat Sami Banarlı (1907-1974) bu konuda bir “Yunus Emre Mektebi” nden, yani Yûnus’un tâkipçilerinden ve onun gibi söyleyenlerde söz eder.2

Bu yüzden Yunus Divanı hazırlayanlar Yunus Emre’ye ve başka Yunuslara ait şiirleri ayırmakta hayli zorlanmışlardır. Şu anda Yunus Emre uzmanı olan Mustafa Tatçı hazırladığı divanın dışında kalan ve Yunus’a ait diye bilinen başka şiirleri “ Aşık Yunus ve Diğer Yunusların Şiirleri” adıyla ayrı bir kitapta toplamıştır.3

*

Halk arasında eskiden beri menkıbeleri anlatılmakla ve tekkelerde ilâhîleri okunmakla birlikte, ilim çevrelerinde Yunus’un gündeme gelmesi “Yunus Emre’nin keşfi” diye bir ara başlıkla anılır. Yunus’a ilk dikkati çeken Fuat Köprülü’dür (1890-1966). İlk baskısı 1919’da çıkan Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıfla adlı muhalled eserinde birinci bölümde Ahmed Yesevi’yi, ikinci bölümde Yunus Emre’yi anlatır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Yunus Emre’yle bir şekilde ilgilenen yazar ve şâirlerimiz hakkında Beşir Ayvazoğlu genel bilgi verir.4

Yeni harflerle basılan ilk Yunus Emre Divanı Burhan (Ümit) Toprak’a aittir, İstanbul 1933. Daha sonra bazı değişiklikler yaptığı bu divanın çeşitli baskıları vardır. Burhan Toprak (1906-1967) Sorbonnne’da felsefe tahsîli yapmış, Alp Dağlarında bir sanatoryumda yatarken ve entelektüel bir kriz yaşarken Yunus’u keşfetmiş5 ve “Ballar Balını Buldum” deyip bu isimle bir de kitap yazmıştır.6

Daha sonra Yunus Emre Divanı’nın ilmî bir neşrini yapanlarsa 1943’te Abdülbaki Gölpınarlı (1900-1982), 1972’de Faruk Kadri Timurtaş (1925-1983) ve 1990’da Mustafa Tatçı’dır. Doktora konusu Yunus Emre Divanı’ın incelemesi ve metni olan M. Tatçı’nın bu eseri, yaptığı gerekli değişikliklerle devlet ve özel yayınevleri tarafından birçok defa basıldı.

*

Yirmici yüzyılın başlarındaki “Yunus Emre’nin keşfi” denen hadiseden çok önceleri, Yunus’un bazı şiirlerine dair şerhler yapıldığı bilinmektedir. Şathıye türündeki “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü” diye bilinen meşhur şiiri Niyazi Mısri (1618-1693), İsmail hakkı Bursevi (1653-1725) v e başkaları tarafından şerh edilmiştir.7

Ben de Yunus’un ilâhî aşk ve insan sevgisiyle ilgili şiir ve beyitlerinin açıklamasını yaptım.8Bildiğim kadarıyla Yunus’un çeşitli şiirlerine ait en geniş şerh Mustafa Tatçı’ya ait olup, “Yunus Emre Yorumları İşitin Ey Yarenler” adıyla kitaplaşmıştır.9

*

Yunus Emre hakkında tarihi bilgilerimiz azdır ve daha çok menkıbelere dayanmaktadır. Destan ve menkıbeler, halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halkın hayalinde masallaşan târihlerdir, Yahya Kemal’in ifadesiyle: “Tarihte zahirî hakîkat, masalda ledünnî hakîkat gizlidir. Güzellikçe vak’aların daha ziyâde masal kisvesi gözleri kamaştırır. İstisnaları olmakla beraber târih kisvesi daha sönük kalır.”10 Aynı durum Yunus Emre için de söz konusudur.

Şimdiye kadar Yunus Emre’nin kimliğiyle alâkalı yegâne kaynak Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi11 idi. Buna göre köylü Yunus’un Hacı Bektaş dergâhına gelip buğday istemesi, “Buğday mı yoksa erenlere nefesi / himmet mi istersin?” sualine muhatap olması, hepimizi duygulandırdı, içimizi dalgalandırdı.

Günümüzde ise yeni menkıbe kitapları ortaya çıkarıldı. 18. asırda yaşamış İbrahim Has (v. 1762) tezkiresine göre Yunus Emre Konya’da medrese tahsili görmüş bir müftü iken Taptuk Emre’ye intisap etmiş ve tasavvufa yönelmiştir.12

Bu neyi değiştirir? Yunus’un önemli bir mevki olan ilmiye sınıfını ve müftülüğü terk ederek tasavvufî hayata yönelmesi daha zor ve dramatik bir tercihtir. Nitekim TRT televizyonunda gösterilen “Aşkın Yolculuğu Yunus Emre” dizisinde, proje danışmanı olan Mustafa Tatçı’nın yönlendirmesi ile, Yunus’un müftülüğü bırakıp Taptuk Dergâhına bağlanması daha etkili bir sonuç doğurmuştur.

İyi bir medrese eğitimi almış koskoca müftünün; makamını, maddî varlığını ve her şeyini terk ettikten sonra, ilmine de güvenmemesi için Taptuk tarafından “bilmem” virdini tekrarlaması emredilir. Yunus o günden sonra kim ne sorarsa “ben bilmem” diye cevap verir. Seyr ü sülûk böyledir, “terk”le başlar. Zîra boşalmadan dolmak yoktur.

Yunus daha sonra şöyle: “Dag ne kadar yüksegise yol anun üstünden aşar” diyerek, belki de manevî yolun her türlü maddî varlık ve ilmin üstünde olduğunu belirecektir.

Yine fark edecektir ki:

Hak ere benüm didi varlığın erde kodı

Erenlerün himmeti yirden göge direkdür (84)

Ballar balını bulduğu bu yeni hayatında hayatın ve maddenin her türlü yıkıcı dalgaları karşısında öyle sağlam bir tekneye binmiştir ki batması, mânen boğulması söz konusu bile değildir. Şöyle seslenir:

Çün kim girdüm bu denize ne kenâr var ne cezîre

Çün dört yanumdan mevc ura teknem kavî hiç batmayam (183)

*

“Ümmîlik”le tavsif edilmesine rağmen Yunus’un ciddî bir öğretim ve medrese tahsili gördüğü konusunda Yunus Emre araştırmacıları neredeyse ittifak halindedirler.

Alışageldiğimiz ve sevdiğimiz Vilayetname’deki Yunus portresinden sonra, bu yeni görüş önce yadırganmışsa da daha sonra “neden olmasın?” dedirtmiştir. Hacı Bektaş Vilayetnamesi de bir menkıbedir. Tezkiretü’l-Has’da bir menakıp kitabıdır. Her ikisi de Hacı Bektaş (v. 1271) ve Yunus Emre’den sonraki tarihlerde kaleme alınmıştır.

Hacı Bektaş Vilayetnamesi’nin en eski nüshasının 1481-1501 tarihlerinde yazıldığı tahmin ediliyor.13Gölpınarlı’nın neşrine esas aldığı nüsha ise 1034/ 1624’te yani 17. asırda istinsah edilmiştir.14Tezkiretü’l-Has 18. yüzyıla aittir.

Yunus Emre iyi bir medrese eğitimi almış olmalı ki, sağlam bir Kur’an bilgisine sahiptir. Bu durum onun divanında açıkça görülür. Ümmi olan başka halk aşıkları herkesçe bilinen Kur’an ayetlerini şiirlerinde kullanırlar. “Kābe kavseyn”, “elestü bi-Rabbiküm”, “kün fe yekûn” gibi. Yunus Emre’de ise belki sadece kendisinin yer verdiği birçok ayete atıflar vardır.15 Birkaç örnek:

“Sözü doğru diyene “kul’i-l hak” dedi Çalap. “Kur’an eydür ki “vettekū” yine eydür ki “tezreû”. “Yarın mahşerde “yevme yenfahu” urula”. “”İnnî enallah” okudum inkâr eden gelsün beri.” “Küllü şey’in yerciu ilâ aslih” söz aslıdır.”

*

Yunus Emre’nin mensup olduğu tarîkat konusunda araştırmacıların ortak bir görüşü yoktur. İhtimal olarak birden fazla tarîkat üzerinde durulur. Kendisi bu konuda açık bir ipucu vermez. Bunun için olsa gerek Yunus’a “tarîkatler üstü” bir kişilik olarak bakılır.

Şöyle anlaşılırsa bu tespit doğrudur: Yunus Emre tasavvufun ortak esaslarını veciz bir şekilde terennüm eden bir şâirdir. Bu esaslar, birer tasavvuf kurumu olan bütün tarîkatler için geçerlidir. Asıl olan tasavvuf inanışıdır. Tarîkatlerin her biri bu inanışın temsilcileridir. Onun için Yunus’u benimsemeleri gayet tabiidir. Bu tıpkı Mesnevi’nin her tasavvuf mensubu tarafından benimsenmesine benzer.

Onun tarîkatler üstü oluşunu şöyle anlamak yanlıştır: Her kesimin bir Yunus’u olduğu üzerinde durulur. Bunlardan Yunus Emre’yi din, tarîkat ve tasavvuf bağından uzak, bu kayıtların üstünde, bunlardan âzâde olarak görmek isteyenler çıkmıştır. Sabahattin Eyüboğlu gibi. Yunus Emre 13. ve 14. yüzyıldaki genel geçer Anadolu tasavvuf düşüncesini temsil ve terennüm eden, dinine saygılı, Hz. Muhammed âşığı bir büyük sufi-şâirdir.

*

Yunus Emre’nin mensup olduğu tarîkat konusunda yeni bir görüş ileri sürülmüştür. Ben bunu ilk olarak Necdet Tosun’un “Yunus Emre Rifâî Hacı Bektaş Vefâî” adlı makalesinde gördüğümü hatırlıyorum.16 Buna göre Yunus Emre Rifâî tarîkatine mensuptur. O bir beytinde silsilesini şöyle belirtir:

Yunus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasîb

Çün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhan olam17

Verilen bilgiye göre Yunus’un Rifâî silsilesi şu şekildedir: Yunus Emre > Taptuk Emre > Barak Baba > Sarı Saltuk > Mahmud Hayrânî > Şemseddin Ahmed Musta’cil > Ahemd er-Rifâi ( Üveysî yolla).18

Bu makaleye esas olan kaynak eser neşredildi.19 Ali b. Muhammed b. es-Serrac’ın (v. 747/ 1346) Tufetü’l-Ervah adlı menakıb kitabının TÜBİTAK desteki projeyle Amerika ve Almanya’daki iki nüshasına ulaşılarak tercüme ve tahlili yapıldı. Şimdilik Sarı Saltuk hakkında bilgi veren en eski kaynak konumundadır. Müellif Sarı Saltuk ve Barak Baba hakkında bizzat kendi gözlemleri olan bilgiler aktarmaktadır20 ve Sarı Saltuk’un 697/1297 civarında vefat ettiğini, kitabını o tarihten yaklaşık on sekiz yıl sonra yazdığını söyler.

Rifâî geleneğinde, daha sonraki benzeri isimlerle karıştırılmaması için Seyyid Ahmed er-Rifâî (1118-1182) “”Ahmed-i Kebîr” diye anılır. Yunus Emre bir beytinde onu yâd eder:

Ol Seyyid Ahmer Kebîr müyesserdir ana nur

Iyalleri cümle şîr ol hulkı merdan kanı21

Yunus’un tarihi hayatı ve çeşitli yönleri konusunda son sözün tamamlanmadığı anlaşılıyor. Bakarsınız başka yeni belgeler gün yüzüne çıkabilir.

*

Yazarlarımız arasında Yunus Emre’yi müstakil roman konusu olarak seçenler vardır. Bu alanda Nezihe Araz’ın (1920-2009) “Dertli Dolap”ı öncü sayılır. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun (1930-2006) “Benim Adım Yunus Emre”si, Emine Işınsu’nun (d. 1938) “Bir Ben Vardır Benden İçeru” adlı romanı ve İskender Pala’nın (d. 1958) “Od Bizim Yunus”u zevkle okunan eserlerdir.

Bu romanlarda başta Vilayetname’deki menkıbelere ve yazarların her birinin muhayyilesine göre şekillenen Yunus portreleri görülür.

*

Yunus Emre tükenmez bir hazinedir. Menkıbelere ve halk inanışlarıma saygı duyarız. Onlar halkımızın ortak muhayyilesinin eserleridir. Bir yandan da ilimle dirsek temasını devam ettirmek durumundayız. İlim şüphecidir, sağlam belge ister ve bunu aramaya devam eder. Belge yetersizliği, Yunus’u ve eserini gölgelememelidir.

Onun eseri, Divanı, ölümsüz şiirleri dipdiridir ve bir hazine değerindedir. İnsanımıza iman, ümit ve hikmet saçmaya devam edecektir.

Yunus tam bir inanmış insandır, ruhun ebediliğini veciz bir şekilde dile getirir:

Ten fânîdür cân ölmez çün gitdi girü gelmez

Ölürise ten ölür cânlar ölesi degül (158)22

Ne var ki bu tür ölümsüzlüğü tadanlar Hak âşıkları ve O’na kurban olanlardır:

Ey Tanrı’yı bir bilenler cân Hakk’a kurbân kılanlar

Ölü degüldür bu cânlar aşk gölünde yüze durur (72)

Gerçek sevginin verdiği coşkunluk ancak bu kadar sade ve etkili dile getirilebilir:

Sözüm ay gün içün değil sevenlere bir söz yeter

Sevdiğim söylemezisem sevmek derdi beni boğar (76)

Beşerîlik, tabiîlik, tevâzu bu olsa gerektir. İnsan mâsum (günahsız) değildir. Yunus Emre şu hadîs-i şerîfi iyi bilenlerdendir: ““Allah’a yemin olsun ki, eğer sizler günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok ederdi; günah işleyip Allah’a tövbe istiğfar eden ve Allah’ın da kendilerini bağışlayacağı bir topluluk getirirdi.”23 Der ki:

Görenler elim öper tâc u hırkama bakar

Şöyle sanırlar beni zerrece günâh etmez (117)

Din ve ahlâk kuru bilgi yığını değildir, asıl olan uygulamadır. Uygulamada başarı göstermek ise o meseleyle baş başa kalınca olacaktır, gerisi kuru lâftır:

Ben dervişim diyenler harâmı yimeyenler

Harâmun yinmedügi ele girinceyimiş (124)

Temizlik önemlidir, iç temizliği, kalp temizliği daha da önemlidir. Dışını temizlemekle iç temizliği sağlanmaz, o temizlik “rahmet suyu”yla yapılır:

Sûret nakşın gidermekle gönül mülki temiz olmaz

Akar rahmet suyu çağlar gönül kirin yuyan gelsin (230)

Kim demiş tasavvuf, dervişlik pasifliktir diye! Bu yolda çalışıp kazanmak, etrafa faydalı olmak, böylece gönül kazanmak esastır, tıpkı Yunus’un tavsiye ettiği gibi:

Düriş kazan ye yedir bir gönül ele getir

Yüz Ka‘be’den yeğrekdir bir gönül ziyâreti (380)

Tasavvufun bütün gayesi olgunlaşma, benliğinden sıyrılma ve her yerde Hakk’ı görür hâle gelmeye çalışmadır. Buna “tevhid” denir. Tevhid içte yaşanan bir şeydir, onu anlatmak biraz zordur. Ama gerçek bir Türkçe ustası olan Yunus için bunu ifade etmek ne kadar kolaydır:

Eğer âyîne bin olsa bakan bir

Gören bir, görünen bin bin göründü (411)

(16-17 Ekim 2015, Manisa, Yunus Emre Belediyesi’nce düzenlenen sempozyum için hazırlanan tebliğ metni)

1 Beşir Ayvazoğlu, Yunus Ne Hoş Demişsin, Kapı Yayını, İstanbul 2014, s.9
2 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Devlet kitapları, İstanbul, 1971, c. I,s.325
3 Kültür Bakanlığı ayını Ankara 1991; aynı kitap, Mustafa Tatçı, Aşık Yunus,H Yayınları, İstanbul 2008
4 Beşir Ayvazoğlu, age, s. 27-35. Cumhuriyet öncesinden itibaren Yunus üzerinde duranlarla ilgili bir başka kitap, Mustafa Özçelik, Yunus Emre’nin Dostları, Büyüyen ay yayını, İstanbul, 2014
5 Mustafa Özçelik, Yunus Ermenin Dostları, s. 39 vd.
6 Beşir Ayvazoğlu, age, s. 37; Mustafa Özçelik, Yunus Ermenin Dostları, s. 39
7 Bütün bu şerhler için bk. Mustafa Tatçı, Yunus Emre Şerhleri, H yayınları, İstanbul, 2008
8 Mehmet Demirci, Yunus Emrede İlahi Aşk ve İnsan Sevgisi, (ilk baskısı) Selçuk yayınları, İstanbul, 1991; son baskısı,Yunus’ta Hak ve Halk Sevgisi, Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti ajansı yayını, 2013
9 H yayınları, İstanbul, 2014
10 Yahya Kemal, Tarih Musahabeleri, İstanbul Fetih Cemiyeti yayını, İstanbul 1975, s. 73
11 Vilâyetnâme Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş Velî, hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnılap kitabevi, İstanbul, 1952
12 Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı I İnceleme, H yayınları, İstanbul, 2008, s. 36
13 Ahmet Yaşar Ocak, “Vilâyetnâme”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), c. 14, s. 471
14 Vilâyetnâme, s. XIX
15 Bk. Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı I İnceleme, s. 210-216
16 Necdet Tosun, “Yunus Emre Rifâî Hacı Bektaş Vefâî”, Tasavvuf dergisi, say: 31, İstanbul, 2013, s. 109-115
17 Agm, Tasavvuf, 110; Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı, şiir no. 201, beyit no. 41
18 Agm. S.112;
19 Ali b. Muhammed b. es-Serrac, Tuhfetü’l-Ervah ve Miftâhu’l-İrbah, hazırlayanlar: Nejdet Gürkan, M. Necmeddin Bardakçı, M. Saffet Sarıkaya, kitap yayınevi, İstanbul, 2015
20 Bk. Tuhfetü’l-Ervah ve Miftâhu’l-İrbah, s. 319-326; hazırlayanların aynı konuda değerlendirmesi için bk. s. 61.
21 M. Tatçı, Yunus Emre Divanı, şiir no. 396
22 Beyit sonlarındaki sayı, M. Tatçı’nın Yunus Emre Divanındaki şiir numarasını gösterir.
23 Müslim, tövbe, 11

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.