Bir inanç hikayesi

Bazı kimselerin hayatlarındaki ciddi bir kırılma veya travma sonucu inanç dünyalarında değişiklik olur.
“Biz sizi biraz korku, biraz açlık ile; mallarınızda, canlarınızda ve ürünlerinizdeki bir kısım kayıplarla imtihan ederiz” (Bakara, 155) ayetinin canlı bir örneğini, bu köşede tanıttığım Teoman Duralı Kitabı’nda görüyoruz.
Prof. Duralı ailesinden herhangi bir dini telkin almadığını söyler. Allah inancını ve İslam’ı nasıl benimsediğini şöyle anlatır:
“Afganistan’da başımdan geçen olay, ömrümde dönüm noktası oldu, hayatımın bütün seyrini değiştirdi. Olağanüstü dramatik bir olaydır. Bir uçurumdan yuvarlanıyordum, ölümden döndüm, Allah kurtardı; kendi bilinçli bir çabam yoktu ortada çünkü. Nasıl kurtulduğum hala bana bir muammadır, sırdır.

Daha önce Mezarışerif’te tanıştığım Hollandalı Hans’la Bend-e Amir’e birlikte geldik. Çölü geçerken iki Amerikalı dağcıyla karşılaştık. Dördümüz Bend-e Amir’e ulaşmak üzere daracık keçi yolundan iniyoruz. Önde Hans, ardında ben, arkamda o iki Amerikalı. Dediğim gibi, yol pek dar, kumul, bu yüzden de aşırı kaygan.
Bir taraf duvar misali yamaç, öbür yan, sol uçurum. Altmış, yetmiş metre aşağıda süngü gibi kayalar. Kayaların hemen altı, ilgi çekici, göl. Daha doğrusu arada üstünden dere şeklinde sular akan ince şeritlerle ayrılmış beş, altı göl. Bir göl ile öbürü arasında yer alan kara parçaları cennetten bir köşe sanki.

Hans önümdeydi, ilerliyorduk. Yürürken duvar benzeri yamaca sırt çantam ile üstündeki uyku tulumum sürtününce dengemi yitirdim, yardan düşeyazdım. Yürüyemeyince kıç üstü oturdum. Uçuruma gıdım gıdım kayıyorum. Arkamdaki Amerikalı üstümden sıçradı. Ölümün dondurucu soluğunu ensemde duyuyorum. Dile getirilebilecek bir durum değil.

O ölüm anının eşiğinde bütün ömrüm film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
O vakit 24 yaşındayım. O arada kendime dedim ki ‘şimdi burada ölüyorum, aşağısı kayalık, kayaların altı da göl.
Bir daha kimse beni bulamayacak; annem, babam ne yapacak kim bilir.
Yanımdakiler hiçbir şeyimi bilmiyor, kimse haberimi de götüremez.’

Oradan kurtulduktan sonra iki şeye karar verdim. Birincisi Allah’a inandım. Daha önce nasıl inanıyordum bilmiyorum, ama gevşekti son derece. Allah’a inanmakla birlikte dine de intisab ettim. Son derece tutarlı ve sıkı bir biçimde buna saplandım diyebilirim. Benim Müslümanlığım babadan değil, 1971’in temmuzundan bu yanadır. İkincisi, ‘dünyaya bir tohum bırakmadan gidiyorum’ diye düşündüm. En son duygum bu oldu ve ‘evleneceğim’ dedim.
Bunun gibi başkalarının hidayet öyküleri de vardır. Teoman Duralı 1950’li yılların Ankara’sını anlatır:

TAHSİL BOZAR MI?
“Memur takımı içinde dini duyarlılık yoktu. Neredeyse oruç tutan, namaz kılan hiç adam görmedim. Bayramlar dünyevi bir hava içinde kutlanırdı. Hiç unutmam, bayram ziyaretlerinde kahvenin yanında likör ikram edilirdi. Bayramlar, köylerde çok güzel geçerdi. Bayram namazına gidilirken (köyde) beni de götürürlerdi ve çıkışta herkes birbirine sarılır, küçükler büyüklerin ellerinden öper, yaşıtlar birbirleriyle bayramlaşırlardı. Bunun yanında kandiller sönük geçerdi.

Milli ve dini bayramlar arasında bir rekabet vardı. Cumhuriyet kavramları 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs falan büyük tantanalarla memurlar takımı tarafından kutlanırdı. Halk soğuk bakardı, bu gidişi benimsemezdi bir türlü. Bu çok belirgindi.
Babam ‘bu halk dünyanın en sağlam, en düzgün, en mükemmel insanıdır. Gel gör ki okumağa başlasın, bitiyor, mahvoluyor, okutmayacaksın’ derdi.”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.