Önce FETÖ ardından tarikat tartışmaları tasavvuf karşıtlığını hayli körükledi. Bunların bir kısmı sistematik ve bilinçli bir muhalefettir. Bir kısmı ise iyi niyetli fakat günümüzdeki sözde tasavvuf gruplarının söylem ve eylemlerine bakarak bir karşı tavır sergilerler. Burada bilgi noksanlığının da etkisi vardır. Aklını kiraya vermek, sürü davranışı, birey olamamak, intisap (bağlanma), özgürlük gibi kavramlar revaçtadır.
En iyi sistemi, kanunu, kuralı uygulayacak olan insandır. Kötüye kullanma her zaman vardır. Ama ‘kötü örnek örnek değildir.’
Tasavvuf özü itibariyle bir iç arınma ve olgunlaşma yoludur. Tasavvuf kurumlarının yer yer özünden uzaklaştığı da bir gerçektir. İyi kötü işleyen sistem tekkelerin kapatılmasından sonra yer altına çekildi. İki üç nesilden sonra yeniden su yüzüne çıkınca ciddi bir öz ve muhteva kaybına uğradı.
Günümüzde fazla göz önünde olan ve önün geleni kendisine çağıran sözde tarikatlerin tavırlarına bakarak tasavvufu değerlendirmek yanlıştır. ‘Tarikatsız iyi Müslüman olunmaz’ ifadesi fevkalade yanlıştır. Tasavvufu benimsemek bir yaratılış ve meşrep işidir. Herkesin yapısı buna elverişli değildir.
BİREY OLMAK
Birey olmak, özgür olmak ilk bakışta insana cazip gelir. Bireycilik, birey merkezli dar ve bencil görüşlü bir yalnızlık hissine yol açabilir. Bireyin egosunu, hayvani tarafını, bedene bağlı içgüdülerini, kısaca ‘nefs’ini azmanlaştırmak ve ilahlaştırmak tehlikesi vardır. Asıl iş onu ıslah etmek, ona hakim olmak, insanı onun her türlü esaretinden kurtararak tam bir hürriyet ve bağımsızlığa kavuşturmaktır.
Bunu konuda din başlıca yoldur. Din içinde tasavvuf ise bu yolun daha incelikli ve disiplinli bir uygulama biçimidir. Bu noktada bir yol göstericinin (mürşit) rehberliğinde daha başarılı sonuç alınır.
Mürşit kemale ermiş ve bu yolun ustası demektir. O, bu konuda yol göstericidir.
Ona bağlanan mürit, iradesi olan demektir. Zorla değil, kendi isteğiyle hür iradesiyle bu işe talip olur.
Bu yolculukta kademe kademe ilerleyip, içindeki olumsuzlukları düzelterek yerine iyilerini koyacaktır. Burada mürşit sadece bir yol göstericidir. Asıl gayret mürittendir. Sonunda manevi yüklerini atıp, ağırlıklarından kurtularak Hakk’a ulaşmak, O’na teslim olmak, kul olmak söz konusudur. Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş bu sistem içinde yetişti.
Onların da mürşitleri vardı.
Bir tek kapıya, yani Allah’a kul olan başka kulluklardan kurtulur. Nefsine, kibrine, şişkin egosuna, paraya, şöhrete, makama kul olma hırsını bırakır. Gerçek özgürlük kulluktadır.
BAĞLANMAK
Çağımız filozoflarından Gabriel Marcel’e (1889-1973) göre insan; bağlanarak var olandır ve varoluş, ‘Mutlak Sen’e olan bağlanmada anlamını bulur. Bu, önce sen’e daha sonra Mutlak Sen’e karşı olan bir ‘bağlanma’ hareketidir. Batının, pozitivizm ve materyalizm etkisi altında olduğu bir dönemde Marcel aşk, sadakat, iman ve umutla varlık sırrına ulaştıran yolu hatırlattı. İnsanın bireysellikten ziyade beraberlikte hür olduğunu vurguladı.
Var olmak bağlanmaktır, diyen Marcel’de ‘bağlanma’; ‘ben’in, ‘sen’ ile olan aracısız, dolaysız, içten ve sırlı ilişkisidir. ‘Mutlak Sen’ konumundaki Tanrı’ya yükselişin başlangıç yeridir.
Bağlanma ‘güven’, ‘umut’ ve bir ‘biz’ oluşturma sürecidir. Dinin varlıkta bir fert olarak algılanıp yaşanabileceği temel tecrübe, bu ‘bağlanma’ işinde gizlidir, iman kavramı ancak onunla anlaşılabilir.
Bağlanma aile, kardeşlik, toplum ve insaniyetin sırlı bütünlüğüdür. (Bkz. Prof.
Fulya Bayraktar, Bağlanma Hürriyeti)
Bir yanıt bırakın