Solun namusu

Meşhur Türk ressam ve şairi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun (1911-1975 tek oğlu Mehmet (1939-2009) Kanadalı Hughette ile evlenir. 55 yıldır Türkiye’de yaşayan Hughette Hanım’ın “Kanadalı Bir Gelinin Türkiye Anıları” kitabından evvelce söz etmiştim (İş Bankası yayını 2. baskı 2016). Oradan birkaç anı nakletmek istiyorum.

1975 yılı Bedri Rahmi iyice hastalanır. Tam o sırada Şakir Serengil adlı bir genç belgesel yapmak üzere Bedri Rahmi’nin şiirlerini kendi ağzından makaralı teybe kaydeder. Şair güç bela fakat hevesle bazı şiirlerini okur. Genç denizde boğulduğu için belgeseli yapamaz. Banda okunan şiirler kıymetli bir hatıra olarak oğlu Mehmet’te kalır. Sonrasını Bayan Hughette şöyle anlatır:

“Seneler sonra Paris’te yaşayan bir Türk sanatçısı Zülfü Livaneli, Bedri Rahmi’nin Nâzım Hikmet için yazdığı bir şiiri bestelemek istemiş: “Zindanı taştan oyarlar” (Yiğidim aslanım MD). Can Yayınevi’nin sahibi Erdal Öz, aracılık etti; ‘Zülfü Livaneli bu şiiri bestelemeden önce, Rahmi şiiri nasıl okumuş, dinlemek istiyormuş. Elinizde Bedri Rahmi’nin kendi sesinden bir kayıt eğer varsa dinleyip hemen geri vermek kaydıyla ödünç verir misiniz?’ diye sordu Mehmet’e. Mehmet adı geçen insanları öylesine seviyor ve güveniyordu ki aklına en ufak şey gelmeden, hatta bir kopyasını bile almayı akıl etmeden Şakir Serengil’in kaydettiği koca bandı, orijinal kutusuyla beraber Sayın Erdal Öz’ün adamına teslim etti. Sanatçıya olan güvenimiz ve saflığımız yüzünden bugün bile hâlâ saçımızı başımızı yolmamıza neden olan o uğursuz hatayı yaptık. Yaşasın solcuların dayanışması! Bizim ses bandı gitti gider. Hâlâ da gitmekte. Adı solcuya çıkanlar böyle davrandı bize karşı. Maazallah ya bir kapitaliste düşseydik kim bilir halimiz nice olurdu?!” Hughette Hanım burada bir dipnot düşmüş, aynen şunları yazıyor: “Mart 200l’de, Livaneli’nin, Bedri Rahmi’nin bu ses kaydını kullanarak piyasaya sürdüğü kasetlerden bir örnek elimize geçti. Haktan yana olan sanatçımız, ödünç aldığı bandı kullanmak için ne izin istedi ne de telif hakkı ödedi.” (s. 284)

ESKİ YUNAN SAPLANTISI
Bayan Hughette Türkleşmiş ve kültürlü bir Kanadalıdır, yabancı oyunlarının farkındadır. Şöyle der: Batı, her şeyi eski Yunan’dan başlatmayı huy edinmiştir. Türkiye’ye düzenlenen turlarda hep Anadolu’da yer olan Antik Yunan şehirlerinden söz edilir. Efes de, bunların en başında zikredilir. Ayrıca Ürgüp ve Göreme de çok revaçtadır. Çünkü bu yörelerin, bir Hıristiyan geçmişi vardır. Hattuşaş gibi, bilinen birçok Hitit şehri iki adım ötedir. Kimsenin bunların lafını etmemesi nasıl açıklanabilir? Kimse turistleri, bu Anadolu medeniyeti kalı
kalıntılarını görmeye teşvik etmez.” (s.171)

OSMANLI DÜŞMANLIĞI
Yunanistan Rodos adasında üç binden fazla doktorun katıldığı bir kongre düzenler. Kongreye katılan ülkelerin bayrakları arasında, bizim bayrağımız yoktur. Oysa Türkiye bir sonraki Uluslararası Kemoterapi Kongresine ev sahipliği yapacak ülkedir. İkaz sonucu bayrağımız konur. Ziyaretçiler için düzenlenen ada gezisinde tur boyunca açıklamalar yapan kişi Türklerin adanın orasını burasını yakıp yıktıklarını bağıra çağıra anlatmaya başlar. Uğur Derman (Cerrah Paşa’da tıp profesörü) müdahale eder: “Rodos yüz yıllarca Türk idaresinde kaldığı halde nasıl olup da hâlâ çok iyi durumdadır? Ortaçağ şehrini simgeleyen Dubrovnik de dimdik ayaktadır, bu nasıl oluyor?” diye sorunca, soğuk bir hava eser, rehber konuyu değiştirmek zorunda kalır. (s. 365)

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*