Deizm tartışmaları

Son günlerde deizm meselesi gündemde. Türkiye’de ‘Dindarlar arasında deizm yayılıyor’ iddiası medyada genişçe yer buluyor.

Bir toplumda üretim-tüketim alışkanlıkları veya kültürel değişmeler ve sorunlar üzerinde araştırmalar yapmak mümkündür. Fakat bireyin veya toplumun inançları üzerinde araştırma yapmak yanıltıcı sonuçlara yol açar.

Bir alan araştırması neticesinde böyle bir kanaate varıldığını düşünelim. Meselenin şöyle sıkıntıları var: ‘Dindarlar’ derken tam olarak kimden söz ediyoruz belli midir? Dindarlar homojen, sınırları belli sosyolojik bir sınıf değildir.

Ayrıca ‘yayılmaya başladı’ ifadesinde bir gariplik var; buna göre yayılma yeni bir durumdur Bir tarihten itibaren ‘deizm yayıldı’ dediğimizde, öncesi hakkında açık fikrimiz olduğunu iddia etmiş oluyoruz. Kimin elinde öyle bir ölçüm var ki? İnsanların daha önce neye inandığını neye inanmadığını kim bilebilir? Böyle bir ölçüye sahip değiliz.

Dinden soğuma veya inançsızlık sebebi olarak bazıları cami imamının kötü muamelesinden veya din dersi öğretmeninden veya aile içinde dini baskılardan söz eder. Ayrıca dini ‘temsil’ makamındaki kötü örneklerin davranışları akla gelebilir. Doğrusu camide bir hoca tokat attı veya falan hoca şöyle dedi diye bir insanın inancının yitirebileceğine inanmak, insan ve inanç sorununu hiç anlamamak demektir.

DEİZM NE DEMEK?

Deizm Allah’ın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte, akla dayalı tabii din anlayışı benimseyen felsefi bir ekoldür. Bu anlayışta Peygamber ve onun getirdiği dinin hüküm ve kurallarına yer yoktur.

Deizm ortaçağın fikir ve inanç ikliminden yeniçağa girerken Hıristiyanlığın yaşadığı teolojik buhranın ve Batı medeniyetine has tarihî şartların ürünü olan bir inanış biçimidir.

Kilise modern çağa bilim ve felsefe karşısında mağlup bir şekilde girdi, hemen bütün iddialarından vazgeçtiği gibi, merkezi alanlardaki kurucu rolünden uzaklaşarak içine kapandı. Kilisenin teolojik iddiaları zayıfladıkça kültürel ve siyasal-sosyal gücü de gerilemiş oldu.

Sonunda modern dünya dine masallar, mitolojiler ve büyü alanında yer verdi. Neticesinde ise din ile modern dünya arasında ‘bölünmüş zihinler’ zaman ve zemin bilincini yitirerek ‘araf’ta yaşamaya başladı; ne dine tam dönebildiler ne modern dünyaya.

ÇARE

Dinin bir ‘halk inancı’ veya ruhunu yitirmiş geleneğe dönüşmesinin önüne geçerek hakikate ulaştıran bir yol olma vasfını koruyabilmesi için önümüzde bir yol var: Yaşadığımız dünyanın mevcut durumu ve sorunlarıyla dinin ‘hakikat’ yorumu arasında bir irtibat yolu bulup zihin bütünlüğümüzü kurabilmek.

İslâm’ın temel esası Allah ve insan arasında peygamberlik ve ibadet yollarıyla belirli bir iletişimin olduğuna inanmadır. Din için Tanrı’nın varlığını kanıtlamak veya kabul etmek yetmez, ilişki kurabileceğimiz, bizi duyan, gören bir Tanrı’ya inanmak gerekir.

Dolayısıyla Allah ile âlem arasındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deizmin bir defa olup bitmiş ve artık söz konusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan ilişkisi değildir. Allah’ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın aksine Allah “yerin ve göklerin nurudur” ve insana “şah damarından daha yakın”dır.

O bizi duyar, görür, bilir, bizim iyi olmamızı ister. Biz O’na bir adım yaklaşırsak, O bize on adım yaklaşır. Nerede olursak olalım O hep bizimledir. (Bkz. H. Erdem, “Deizm”, DİA; E. Demirli, Fikriyat’ta 2 yazısı)

NOT: İzmir Kitap Fuarında imza günüm, Nefes yayınları, 22 Nisan pazar, saat:14.00’te

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.