Evi yıkılan adam

Hz. Mevlana’nın Divan-ı Kebir’inde şöyle bir kurmaca olay anlatılır:
Adamın biri, biraz da yıpranmış olan eviyle durmadan konuşur, ona şöyle derdi: “Ey evim, benim güzel evim, bunca yıldır beraberiz, beni barındırıyorsun.
Sakın yıkılma. Eğer bir gün yıkılacak olursan ne olur bana önceden haber ver, ona göre tedbirimi alayım, fazla zarar görmeden burayı boşaltayım.”

Bir gece ev, birden bire yıkılır. Adam çok üzülür, der ki: “Ey ev, bunca zamandır, sana söylediğim laflara, ettiğim ricalara ne oldu? Sözlerim sana hiç mi tesir etmedi? Yıkılmadan önce bana haber ver; haber ver de çoluğumla, çocuğumla kaçmak için bir çare bulayım, demedim mi ben sana? Ey ev, küçük bir habercik bile vermedin. Bu vefasızlık değil midir?
İkimiz senelerce beraber yaşamadık mı?
Bunca yıllık dostluğa, bunca yıllık konuşmalarımıza ne oldu? İnsafsızca başıma çöktün, yıkıldın ve beni çoluk çocuğumla perişan bir halde bıraktın!”

EVİN CEVABI

Ev dile geldi ve şöyle dedi: “Ey benim sahibim, gece gündüz defalarca sana haber verdim. O tarafımda, bu tarafıma çeşitli çöküntüler, küçük yıkıntılar oldu.
Sonunda gücüm kuvvetim kalmadı. Aklını başına al, vakit geldi çökeceğim demek için kaç defa ağzımı açtım, duvarlarımda çatlaklar oluştu. Böylece durumumu sana açıkça haber verdim. Sen ise ne yaptın?
Çatlayan, ağız gibi açılan yerimi öfkelenerek çamurla sıvadın. Duvarlarım baştanbaşa deliklerle doldu. Sen her defasında o delikleri çamur ile sıvayıp tıkadın. Yani ben sözümde durdum, ama söylemek için ne zaman ağzımı açtımsa, sen hemen ağzımı çamurla kapadın, bırakmadın ki söyleyeyim! Şimdi ise artık iş işten geçti.”

MANEVİ BİNAMIZIN SAĞLIĞI

Hikayenin sonunda Hz. Mevlana şöyle der:
“Bu anlatılan ev bizim beden evimizdir, bizim şahsımızdır. Ey hasta! Bedene gelen ağrı, sızı deliklerini sen de ilaçla sıvamaktasın.
Aslında senin bünyen de ağzını açar, hal dili ile sana ben gidiyorum, der fakat hekim gelir onun ağzını kapatır, birtakım ilaçlar, şuruplar verir. Oysa senin hastalığın sadece maddi değil, manevi hastalıkların da var. Onlar için gerekli olan şurup ve ilaç ise; tövbedir, pişmanlıktır, Hakk’a yöneliştir. Önce manevi hastalığının ne olduğunu anlamaya çalış, daha sonra Hak ve halk sevgisini, tövbeyi macun yap, günahların açtığı yaralara sür. İşte o zaman senin manevi binan yıkılmaktan kurtulur.”

KULAKLARIMIZ KAPALI

Bu hikayeyi deprem gerçeğine uyarlayabiliriz.
Oturduğumuz görkemli binalarımız, inşaat sektörümüz, iskan politikalarımız senelerdir bize sesleniyor:

Bu tuttuğunuz yol yanlıştır, Türkiye bir deprem kuşağı üzerindedir, hesapsız kitapsız, plansız programsız, gelişigüzel inşaat yapmayın. Zemin etüdünü, düzgün malzeme kullanmayı, ciddi kontrolleri asla ihmal etmeyin. Yoksa büyük felaketler yaşarsınız.

Son büyük felaket binalarımızın en büyük çığlığıdır. Ne yazık ki gaflet ve menfaat pamuğu, bizim kulaklarımızı sıkıca kapattığı için, ikazları ve çığlıkları duymamakta direniyoruz.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.