HALVETİYYE’DEN ÜSKÜPLÜ BİR HANIMIN RÜYA MEKTUPLARI

 

Prof. Dr. Mehmet Demirci

Balkanlara İslâm’la birlikte tarikatler de gitti. Makedonya’da eskiden beri en yaygın tarikat Halvetîyye’dir.[1]

Üsküp 1390’larda Osmanlı idaresine girdi ve Balkanlarda bu devletin en önemli merkezlerinden biri oldu.[2] Üsküp doğumlu mütefekkir şairimiz Yahya Kemal (1884-1958) çok sevdiği bu şehir hakkında şöyle der: “Üsküp bir evliya şehri idi. halkı rivayet eder ki, ya Bağdat’ta bir evliya fazla imiş, yahut Üsküp’te. Ulemâ henüz bu bahsi halledememiş.”[3]

*

Cemal Kafadar Harvard Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Osmanlı târihi üzerinde çalışıyor. Topkapı Sarayı kütüphanesinde bir yazma mecmua içindeki (H. 688) on sayfalık bölüm dikkatini çeker. Bunlar Halvetîyyeden bir kadına ait mektuplardır, şeyhine rüyalarını anlatmaktadır. Kafadar bu mektupları bir kitapçık halinde neşretti.[4]

Kitapçığın baş tarafında 40 sayfalık bir “Giriş” bölümü yer alır. “Mütereddit Bir Mutasavvıf: Üsküplü Asiye Hatun’un Rüya Defteri, 1641-1643” başlığını taşır. Tebîiğimde bu konu hakkında bazı tespit ve değerlendirmeler yapmak istiyorum.

*

Asiye Hatun’un hayatı hakkında fazla bilgimiz yok. Babası Kadri Efendi ilmiyeye mensup biri görünüyor, 1630’larda Üsküp’te yaşamaktadır.

Mektupların satır aralarından anlaşıldığına göre Asiye Hatun iyi bir eğitim görmüştür, kitaplarla haşırneşir bir dünyası vardır. İyi bir mürîde olmak için çalışırken, bu konudaki “el kitapları”ndan, tarîkatnâmeler okuyarak onlardaki bilgilerden faydalanır.

Asiye Hatun’un şiire de kābiliyeti vardır. Bir rüyasını anlatırken, evinde bir mermer kapağı kaldırıp rastladığı merdivenden aşağıya indiğini ve karşısına çıkan çeşmenin suyundan içtikten sonra kendini Medine-i Münevvere’de Ravza-i Mutahhara’da bulduğunu belirtir ve aynen şöyle der:

“İşte bu Medîne’dir, işte Ravza, dediler. Fakîre şevkimden sersem olup mübarek ravzaya yüz sürüp gözyaşları içinde niyaz edip isyanımı hatırlayıp şefaat diledim. ‘Şefaat yâ Habîballah’ diye dertli gözyaşları döktüm. Hattâ bir iki beyit okudum. Beyit:

Evvel ü âhir vücûdundur sebep her devlete

El-meded ey dest-gîri evvelîn ü âhırîn

Haşre tahsîs itme sultânım şefâât-kârını

Âlem-i dünyâda da ol dest-gîr-i âcizîn[5]

*

  1. yüzyılda ilmî ve entelektüel seviyesi yüksek bir muhit olan Üsküp’te, bir âlim kızı olan Asiye Hatun’un kültür seviyesi iyi bir noktadadır. Mektuplarından anlaşıldığına göre Arapça ve Farsça kelime ve terimlere hâkimdir. Bu durum Osmanlı eğitim sisteminde kadının yerini ve seviyesini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

*

Mektuplardan anlaşıldığına göre Asiye Hatun’un tasavvufî mâcerâsı şöyledir: Önce Veli Dede adlı bir Halvetî şeyhine bağlanır ve iki seneden kısa bir sürede esmâ-i seb’ayı ikmal eder. Fakat bir türlü beklediği iç zenginliği ve gönül huzûrunu yakalayamaz, mânevî gelişmesi duraklar. Sebebini bilemez, kabahatin kendinde olduğunu düşünür.

Bu sıralarda Uziçe’de bir Halvetî Degâhında postnişin olan Muslihiddin adlı bir şeyhin medhini duyar. Konuyu babasına açar. Muslihiddin Efendi’ye bir bahane ile adam gönderilir, böylece âşinalık sağlanır. Uzaktan ve gönülden ona bağlanır.

İşte Asiye Hatun’un mektupları bu noktada başlar. Uziçeli şeyhin Üsküp’te Mehmet Dede adlı bir halifesi vardır. Asiye Hatun ona bir mektupla durumunu ve eski şeyhini bırakma konusundaki tereddütlerini bildirir, akıl danışır. Mehmet Dede’nin cevabı şöyledir: İlk şeyhin irşadı elbette işe yaramıştır, ama bundan sonrası Uziçeli şeyhten gelecektir.

Bu yeni gelişmelerin tâkibi ve mürîdenin yönlendirilmesi artık mektuplar vasıtasıyla olacaktır. Seyr ü sülûk gene Halvetî usulüne göre yeniden başlar. Asiye Hatun rüyalarını yazar ve Hüsameddin  Efendi’nin talimatına göre hareket eder.

Yazışmaların başlamasından bir süre sonra şeyhin vefat haberi ulaşır. Bu sırada daha ikinci isim olan “Allah” lafzına gelmiştir. Hüsameddin Efendi vefatından sonra da Asiye Hatun’u irşada devam eder, rüyalarında ona yol gösterir. Hanımın bazı tereddütlerine rağmen şeyh, yerine geçen oğluna güvenmesini söyler. Bundan sonra rüya mektuplarını mahdum şeyhe ve Mehmet Halifeye göndermeye başlar ve seyrini ikmal eder.

*

Tezkire kitaplarında Sofyalı Bali Efdendi’nin (v. 960 /1553) öğrencilerinden olan bir Hüsameddin Efendi’den söz edilir. Bosna’nın Uziçe kasabasından olan bu zat, burada tekke şeyhi olup vaazla, hadis ve tefsir okutmakla meşgul ve pek meşhur idi. 1052/1643’te vefat etti ve Uziçe’de defnedildi.[6]

Yılmaz Kafadar’ın hesaplamasına göre Asiye Hatun’un ilk mektubu 1051 veya 1052 (1641-42) dolaylarında yazılmış olmalı. Son yazdıkları ise 1053 ve belki 1054 (1643-44) senelerindedir. Ama bu yazışmaların daha uzun bir zaman dilimine yayılmış olması da muhtemeldir.[7]

*

Tasavvufun ilk dönemlerinden îtibâren sûfîler mektup yazmayı irşad ve eğitim faaliyetinin bir parçası olarak görmüşlerdir. Yanlarında olmayan müridlerin seyrü sülûk esnasında karşılaştıkları problemleri çözmek ve rüyalarını yorumlamak gibi amaçlarla mektup kaleme aldıkları görülür.

Tasavvuf çevrelerinde müridlere nasihat etmek ve tasavvufun inceliklerini öğretmek maksadıyla yazılan mektuplar daha yaygındır. Bu tür mektup yazma geleneği hemen bütün tasavvuf ehli tarafından benimsenmiş, tarikatların yaygınlaşmasından sonra da genellikle uzakta olan müridlerin şeyhle irtibatı bu şekilde sağlanmıştır. Erken dönemlerden itibaren yazılmaya başlanan bu mektupların yüzlerce örneğine rastlanmaktadır. Şeyhle müridleri arasındaki mektuplaşmaların bir kısmı doğrudan müridin seyrü sülûküyle alâkalıdır.[8] Konumuz olan Asiye Hanım’ın mektupları bu türdendir.

*

Asiye Hatun Hatun tasavvuf edebini bilen biridir. Önceki şeyhini bırakması, içinde bir ukdeye yol açmıştır. İlk mektubunda Üsküplü Mehmet Efendi’ye bu durumu sorar: “Benim sultânım, tarîklatnâmelerde görmüşüm ki, bir kimse kendi şeyhinden gayrı yere tabiatı çekinse (başka yere yönelse) bâtını Hazret-i Vâhidiyyeye açılmaz. Acaba sultanım, kendi şeyhinden mi açılmaz, yoksa hiçbir taraftan mı açılmaz, ilm ile nice bilirsiz. Lütfedip i’lâm buyurun. Zîrâ ki kalbimde azîm ızdırap vardır.”[9]

Gerçekten  “Tarîkatte seyrü sülûkünü tamamlamamış birinin birden fazla mürşide bağlanması iyi karşılanmaz (…) Ancak sülûkünü tammalamış kimselerin bir başka şeyhe intisâbında mahzur yoktur.”[10]

Asiye Hatun’un ilk şeyhi Veli Dede nezdinde etvâr-ı seb’a ve esmâ-i seb’ayı ikmal ettiği de biliniyor. Zaten ikinci şeyhi Hüsâmeddin Efendi de ilki gibi Halvetîyye yolunda olduğu için, şeyh değiştirmek pek uygun olmasa da bu örnekte hoş karşılanabilir.

*

“Tarikatlarda rüyalar seyrü sülûkün bir parçası olarak görülmüştür. Mürşidin öncelikle görevlerinden biri müridinin gördüğü rüyayı tabir etmektir. Rüyalar sâlikin eğitiminde mürşide yardımcı olmakta, ayrıca sâlik tarafından katedilen mânevî mertebeyi göstermektedir.”[11]

Halvetîlikte rüya konusu ayrı bir önem taşır. Nitekim “Halvetîyye’nin esasları Kelime-i tevhid, sesli ve sessiz esmây-ı seb’a üzere zikre devam, rüya tabiri ve yorumlanması, olayların kalp ve nefis üzerindeki tesirlerini dikkate alarak gönlü mâsivâdan temizleme üzerine kurulmuştur.”[12]

*

Seyrü sülûkte ilerlemek esmâ-i seb’anın tekrarıyla gerçekleşir. Esmâ-i seb’a: Kelime-i tevhid ( Lâ ilâhe illallah), Allah, Hû, Hak, Hay, Kayyûm, Kahhar kelimeleridir. Bunların tekābül etiği nefs mertebeleri Emmâr, Levvâme, Mülheme, Mutmaine, Râzıye, Merzıyye ve Kâmile’dir. Amaç son mertebeye ulaşmaktır. Her bir ismi zikretme sırasında mürîdin gördüğü rüyalar ve şeyhin bunlara yaptığı yorumlar yol gösterici ve belirleyici olur. Her bir merhalede görülen rüya ve tâbiri farklı olacağından, şeyh sâlikin rüyasını onun bulunduğu nefs mertebesine göre yorumlar. Sâlik, görülen rüya ve tâbirine göre maddî ve mânevî tedbirlerini alır.[13]

Nefsin sıfatları (Etvâr-ı Seb’a) ve bunlara denk düşen isimler (Esmâ-i Seb’a), seyirler, haller, vâridât ve renkleri gösteren şema meşhurdur.[14]

 

[1] Bkz. A. Popoviç, İslâm Dünyasında Tarikatler, çev. Osman Türer, Suf yayınları, İstanbul, 2004, s. 157; Metin İzzeti, “Makedonya’da Halvetilik”, Balkanlarda Tasavvuf, Gelenek yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 181-188.

[2] Mehmet İnbaş, “Üsküp”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi (DİA), c. 42, s. 377

[3] Yahya Kemal, Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım, İstanbul Fetih cemiyeti yayını, İstanbul, 1973, s. 46

[4] Yılmaz Kafadar, Rüya Mektupları Asiye Hatun, Oğlak yayıncılık, İstanbul, 1994. aynı metin daha sonra yazarın Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken kitabı içinde “Mütereddit Bir Mutasavvıf Üsküplü Asiye Hanımın Rüya Defteri” adıyla yer aldı, Metis yayınları, 5. baskı, İstanbul, 2014

[5] Rüya Mektupları Asiye Hatun, s. 60

[6] Bkz. ŞeyhI Mehmed Eefendi, Vekāyiu’l-Fudalâ, neşr. Abdülkadir Özcan, Şakāyık-ı Nu’mâniyye Zeyilleri, İstanbul, 1989, c. III, s. 146

[7] Rüya Mektupları Asiye Hatun, s. 20

[8] Reşat Öngören, “Mektup”, DİA, c. 29,  sayfa: 21-23

[9] Age, s. 54

[10] Hasan Kâmil Yılmaz, İslâm Tasavvufu, Altınoluk, İstanbul, 1996, s. 477

[11] Süleyman Uludağ, “Rüya”, DİA, c. 35, s. 309

[12] Sâdık Vicdânî, Tomar-ı Turuk-ı Aliyyeden Halvetîyye, İatanbul, 1338-1342, s. 29; aynı eser (Tarîkatler ve Silsileleri), yayına haz. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1995, s. 180

[13] Bkz. Ahmet Ögke, Ahmed Şemseddin Marmarevî, İnsan yayını, İstanbul, 2001, s. 256. Nefs mertebelerinin her birinin rüyadaki misalleri için bkz. Mustafa Tatçı-Halil Çeltik, Türk Edebiyatında Tasavvufî Rüya Tâbirnâmeleri, Ankara, 1955; Ramazan Muslu, “Halvetîyyede Etvâr-ı Seb’a Yazma Geleneği ve Sofyalı Bâlî’nin Etvâr-ı Seb’a Risâlesi”, Tasavvuf Dergisi, yıl: 8 (2007), ss. 43-63

[14] Bkz. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Târihi, Degâh yayını, İstanbul, 1985, s. 212; Hasan Kâmil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarîkatlar, ensar neşriyat, İstanbul, 1994, s. 251; Mehmed Ali Ayni, Tasavvuf Târihi, İstanbul, 1341, s. 243 vd.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*