İzmir’i sel mi vurdu biz mi vurduk?

Çok kurak bir sonbahar ve kış geçirmekteydik. Türkiye yağışsız bir yıl yaşıyor. Barajlardaki su miktarı oldukça düşük seviyede. Son haftalarda durum değişti. Yer yer yağışlar geldikçe seviniyoruz. İnşallah önümüzdeki hafta ve aylarda kafi seviyede yağış olur da ülkemiz susuzluk tehlikesi yaşamaz.

İzmir’de geçtiğimiz pazartesiyi salıya bağlayan gece boyunca gök gürültüsü ve şimşekler eksik olmadı. Yağmur gece de hep yağdığı için mutlu uyudum. Sabah haberleri izlerken en heyecanlı ve flaş konu olarak, o geceki yağışlar üzerinde duruluyordu. İzmir’e 8 saatte bir aylık yağış düşmüş. Ekranda dere haline gelmiş cadde ve sokaklar, su basmış zemin katlar, bazısı sürüklenen suya batmış onlarca araba görüntüsü.

Bu duruma üzülmemek mümkün değil. 2 can kaybı ve pek çok maddi zarar var. Ateş düştüğü yeri yakar, şu sıkıntılı korona günlerinde kim bilir kaç aile mağdur oldu. Onlara Allah’tan sabır ve kolaylık dilerim. Toplu yapılan dualarda hocaların “… yangından, harp felaketinden, depremden, sel baskınlarından bizleri koru Allah’ım” diye seslenmeleri yerinde bir dilekmiş.

Böyle günlerde belediyelere yüklenmek adettendir.
Altyapı hizmetlerini iyi yürütmedikleri, zamanında yeterli tedbir almadıkları için eleştirilirler. Bunda haklılık payı vardır. Ama şiddetli yağışlarda hiçbir önlemin işe yaramadığı sıkça görülür.

TABİATI BOZDUK
Sağnak yağış ve sellerin doğurduğu sıkıntılar toplumun ortak günahının sonucudur. Nedir bu günah? Yanlış yapılaşma ve hatalı şehirleşmedir. Ben şehircilik uzmanı değilim. Ama bildiğim bir şey var: Atalarımız, geçmişteki insanlar yerleşmek için hep yamaçları seçmişler.
Düz araziye ev yapmayı onlar bilmez miydi? Elbette bilirlerdi.

Ama onlar tabiatı bizden daha iyi tanırlardı. Yağmurlar, seller dünya kurulduğundan beri vardır.
Düz ve taban araziyi her zaman su basar. Daha zahmetli olmasına rağmen, yamaçlara yapılan meskenler sele maruz kalmaz. Bunun için olsa gerek İzmir’de ilk yerleşim Kadifekale eteklerinde olmuştur.

Tabiatın bir düzeni ve dengesi var. Çok yağmur yağınca sel olur. Sel suları aşağı doğru akar ve denize ulaşır.
Bu sular derelerden akar. Vahşi kapitalizmin kölesi olup kazanç için, rant için dereleri yok edersek sel suları serseri mayın gibi gelişigüzel yayılır, sokakları kendine yol yapar, baskınlara sebep olur. Mustafa Kutlu’nun bas bas bağırdığı “hududullah”ı çiğnemenin sonucu budur.

Suç hepimizin. Söylenmeye, isyana hakkımız yok. İbret de almıyoruz, bir süre sonra her şeyi unuturuz. Ta ki yeni bir felakete maruz kalıncaya kadar.
Anlaşılan bu hep böyle sürüp gidecek.

SINIRLARI AŞTIK
Kutlunun bahsettiği “Hududullah” Allah’ın kanunudur. Kainattaki hiçbir varlık bu kanuna karşı koyamaz. Ona uyar.
Galaksiler, yıldızlar, gezegenler, güneş, dünya ve dünyada hayatın oluşu bu kanuna bağlıdır. Biz buna “tabiat kanunu” demişiz. Her varlık buna kayıtsız-şartsız uyar. Tek istisna insandır.

İdeal olan insanoğlunun aklı, ruhu, nefsi, bedeni ve bütün kabiliyetleri ile dünya hayatında Cenab-ı Hakk’ın ona tahsis ettiği sınırlar içinde yaşamasıdır. Ama o ihtiraslarının, bencilliğinin, daha çok kazanma hırsının esiri olarak, sınırları çiğneyip tabiatı hor kullanmayı hüner sanmaktadır. Bunun bedelini de hep birlikte ödemekteyiz.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.