Medrese mi yoksa İlahiyat Fakültesi mi?

Vahdettin İnce köşe yazılarında bir süredir medrese-ilahiyat fakültesi mukayesesi yapıyor. Güney Doğuda yaygın olduğu bilinen medrese eğitimini daha faydalı görüyor. Ona göre İslam medeniyeti referanslı “terbiye” esaslı medrese modeli, Batı medeniyeti referanslı “eğitim” esaslı ilahiyat modelinden ülkemiz için daha faydalıdır.

Aslında terbiye ve eğitim aynı anlama gelir, burada yapılan kelime oyunundur. İlahiyat eğitiminin Batı referanslı olması, onun İslam medeniyetine sırt çevirmesi anlamına gelmez. Batıdan alınan sadece metoddur. Akif’in söylediğini yapmaktır: “Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atını/ Veriniz hem de mesainize son sür’atini.”

İnce’nin görüşlerini köşelerine taşıyan Ergün Yıldırım ve Yasin Aktay da açık veya dolaylı olarak onun görüşlerine destek oldular. Medreselerin hala canlı olduğu Güney Doğu ve Doğu vilayetlerimiz için bir dereceye kadar doğru sayılabilecek bu görüşün, Türkiye’ye teşmil edilmesi asla uygun değildir. Birkaç sivri fikirli ilahiyatçının sözlerine bakarak bütün İlahiyat öğretimini karalamak insafa sığmaz.

EROL GÜNGÖR’ÜN GÖRÜŞLERİ

Mütefekkir ilim adamımız Erol Güngör bu meseleyi “Eski Yeni kavgası” başlığı altında vaktiyle ele almıştı: “Medrese geleneğinde standart metinler vardır ve yüzlerce yıldır aynı konularda aynı eserler kullanılır. Medrese ayakta olsaydı onun bir müessese olarak modernleşmesi düşünülebilirdi. Ama medreseler kapatıldı ve onun arkasından gelenler bir müessesenin mensupları değil, onun perakende kalıntıları ve takipçileri idi” der ve ilave eder:

“Bu zümre milletimizin şükranını kazanmaya layık olmuş, her zaman minnetle anılacak bir manevi ordu hizmeti görmüştür. Muntazam ve yeterli bir gelir kaynakları bulunmadığı için büyük maddi zorluklar çekiyorlardı; evlerinde eski yazı kitap bulundurmaktan bile korkarlardı. Dağılan bir devletin ve medeniyetin bütün vebali onların omuzlarında gibi idi.”

Erol Güngör Vahdettin İnce’nin beğenmediği kurumları ise şöyle anlatır: “İmam-Hatip Okullarında ve İlahiyat Fakültelerinde yetişen ve pek çoğu genç yaşta olan bu insanlar, eskilerden iki önemli noktada farklı yetişmektedirler. Birincisi, eğitim programları içinde doğrudan doğruya meslekleriyle ilgili olan derslerin yanısıra “laik” denen okullardaki ilim ve fen derslerini de görüyorlar. Bu suretle modern çağın temel özelliğini teşkil eden ilim ve teknoloji hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, klasik meslek konularını da modern bir tedris programı içinde ele alıyorlar. Türkiye’deki İslam anlayışı daha ziyade onların temsil ettikleri çizgiler etrafında şekillenecektir. Nihayet şunu da ifade edelim ki, bütün mekteplilerin kusursuz, bütün medreselilerin faydasız olduğunu hiç kimse söyleyemez.” (Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri)

YANLIŞ TERCİH

İnce, karizmatik unvan sahibi İlahiyat hocalarının erişilmezliğinden şikayet eder. Oysa onların sayısı devede kulaktır. Bugün yüzden fazla İlahiyat Fakültesinden mezun, halkla iç içe binlerce başarılı din görevlisi vardır. Meslek içi yüksek ihtisas eğitimleriyle bunlardan bir kısmı medrese derslerini de en modern şekilde görmektedirler. Güneydoğu ve Doğu kökenli bu üç yazarımızın kendi bölgelerine ait medrese eğitimini, Erol Güngör’den 43 yıl sonra, Türkiye’ye model olarak görmelerini doğru bulmuyoruz.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.