Mona Roza

Mütefekkir şair Sezai Karakoç (1933-2021) son yıllarda büyük alaka gördü. Hakkında yüzlerce yazı yazıldı, toplantılar düzenlendi, kendisine yüksek seviyede ödüller verildi. Vefatında cenazesi neredeyse Devlet töreniyle kaldırıldı. İstanbul’un göbeğinde Şehzadebaşı Camisi’nin avlusuna gömülmek gibi bir şansa mazhar oldu.

Şüphesiz büyük bir şairdi, tefekkür adamıydı. Şiirleri ve yazılarının hepsini üslup olarak anlamıyorsam da aralarında zevkle okuduklarım vardır. Doğrusu Karakoç benim zihin ve gönül dünyamda yer edinmiş biri değildir. Bunda belki de Karakoç’un Mekke-i Mükerreme ve Kuds-i şerif virdinde fani olup kendinden geçerek, mübarek Türkistan topraklarına uğramaya mecal bulamamış olmasının da rolü vardır.

KENDİSİYLE KONUŞTUM

1962-63 senelerinde olabilir; İstanbul Beyazıt’ta bir çatı katında Karakoç’un bir konferansı vardı. Konuyu hatırlamıyorum. Kalın paltolu, biraz derbeder görünümlü halini unutamıyorum. O günlerde Müslüman camianın çıkarmaya başladığı Sabah gazetesinde (Bugünkü Sabah değil) köşe yazısı yazıyordu. Gazetenin baskısı çok kötüydü. Sezai Bey’in yazılarını anlamakta zorlanıyordum. Kendisiyle konuştum, bu durumu dile getirdim. Cevap olarak, birkaç defa ve dikkatle okumam gerektiği mealinde şeyler söyledi.

MEŞHUR ŞİİR

Senelerce kulaktan kulağa, dilden dile Mona Rosa diye bir şiir dolaşırdı. Aşık gençlerin aklını başından alan bir efsane olmuştu. Kimindi acaba? Sonra anlaşıldı, Sezai Karakoç’un imiş. Nasıl olur, koskoca bir İslamcı şairin beşeri aşkı anlatan şiiri mi olurmuş!

Evet şiir Sezai Karakoç’un idi. 1950 başlarında Mülkiye (SBF) öğrencisi iken aşık olduğu sınıflarındaki bir kıza yazmıştı. Ama nedense Karakoç’un kitaplarında bu şiir yer almadı. Son senelerde bu şiiri ve hikayesi konuşulur ve yazılır oldu. Öyle ya İslamcı bir genç de insandır, onun da duyguları vardır, o da aşık olabilirdi.


Öğrencilik yıllarında Muazzez Akkaya

ŞİİRİN MUHATABI KONUŞTU

Nihayet geçen hafta, kendisi için Mona Rosa (tek gül) şiiri yazılmış olan Muazzez Akkaya’yı medyada gördük. Halen 94 yaşında olan Akkaya, 1950’li yıllarda Ankara’da Mülkiye öğrencisidir. Sezai Karakoç ve Cemal Süreyya ikisi birden kendisine aşık olur. Aynı kızı seven bu iki hemşehriden, aşkta kaybeden soyadından bir harf atacaktır. Cemal bu işten ümidini keser ve “Süreyya” olan soyadını “Süreya” yapar.

Görünüşte Sezai Karakoç kazanmıştır. Fakat bu aşk hep uzaktan devam eder. Muazzez hanımla hiçbir zaman içli dışlı olmazlar. Aslında ikisi de ayrı dünyaların insanıdır. Vuslat ihtimali olmayan bu tek taraflı aşktan Mona Rosa şiiri hatıra kalır.

AKROSTİŞ

Hazine avukatlığından emekli olan Muazzez Akkaya bir iş arkadaşıyla evlenir, çocukları ve torunları vardır. Mona Rosa’nın ilk kıtasında geçen “Geyve” Sakarya’nın ilçesi olup M. Akkaya’nın doğduğu yerdir.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller/ Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak/ Kanadı kırık kuş merhamet ister/ Ah senin yüzünden kana batacak/ Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Şiiri internette bulabilirsiniz. Karakoç akrostiş denen bir sanat da göstermiştir. 13 kıtanın her birinin başındaki ilk harfler yan yana gelince “Muazzez Akkaya” ismi çıkmaktadır.

Ey aşk! Sen nelere kadirsin!

Akkaya’nın Anadolu Ajansına beyanatı:
(youtube.com/watch?v=OIQve6N6H6M)

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.