Mutluluğun sırrı

Bu köşede evvelce A. Şerif İzgören ve kitaplarından söz etmiştim. Kolay okunan, sıkmadan öğreten, duygulandıran, yaşama sevinci aşılayan kitaplardı bunlar.
Bu defa Avucunuzdaki Kelebek’i okudum. Aslında geç haberdar olmuşum. İlk baskısı 2004’te çıkmış. Benim elimdeki 86. basım ve 2013 tarihli. Kitaptan bazı alıntılar yapacağım.
Çeşitli hayat gaileleri, bin bir telaş, politik ve sosyal sıkıntılar yeterince zihnimizi ve ruhumuzu yoruyor. Bunlardan biraz uzaklaşalım istiyorum.
İnsanoğlu üstün bir varlıktır, maddi-manevi bütün potansiyelimizi her zaman kullanamıyoruz. Sıkıntılar içimizi karartıyor. Oysa farklı dünyalar da vardır. Kendimize döner, iç güçlerimizi geliştirebilirsek biraz daha mutlu olmanın sırrını yakalayabiliriz.

KAŞIKTAKİ ZEYTİNYAĞI
Hikayeyi bilenlerimiz vardır: Genç bir adam, bir bilgenin olduğu tapınağa gelir ve mutluluğun sırrını sorar. Bilge, genç adamın eline zeytinyağı dolu bir kaşık verir ve dökmeden bu tapınağı gezmesini ister. Döndüğünde gence sorar: “Tapınak nasıldı?” Genç adam zeytinyağını dökmemek için tapınağı görmeden gezdiğini söyler.
Bilge, adama elindeki kaşıkla devam etmesi gerektiğini söyler. Genç adam bir süre sonra gelir ve gördüğü harika şeyleri ayrıntılarıyla anlatır, kaşığındaki yağ olduğu gibi dökülmüştür.
Genç adam yaşadıklarından bir şey anlamamıştır ve sorar bilgeye: “Nedir mutluluğun sırrı?” Bilge cevap verir: “Elindeki bir kaşık yağı dökmeden etraftaki tüm güzellikleri görebilmektir.” (Avucunuzdaki Kelebek, s. 19)
Peki bu mümkün mü? Elbette, zordur ama mümkündür. İşine yoğunlaşarak, sabırla ve ısrarla tekrar etmek suretiyle nice zor işler başarılır. Meşhur sporcuların hayat hikayeleri ilginçtir. Küçük yaştan itibaren disiplinli ve sürekli bir çalışma temposu içinde olmuşlardır. Düzenli antrenmanlarla başarılı bir noktaya gelmişlerdir.
Çocuklarım belli ölçüde ud ve keman çalarlar. Enstrüman çalma eğitiminin ne kadar zahmetli olduğunu, onları takip ederken fark ettim. Aynı tellere defalarca basarak, aynı notaları bıkmadan tekrarlayarak öğrenilir. Ömrünü tamamen musikiye vakfedenler ise, pek çok besteyi ezbere bilirler. Çünkü defalarca çalmışlardır. Bir adım ötesi de var: Hem çalmak hem söylemek. Hatta bu sırada dinleyicinin tepkisini izlemek. Kaşıktaki yağı dökmeden tapınağı gezmek bu olmalıdır.

MÜSTAHDEM

Anadolu’da ilkokul mezunu, fakir bir karı koca, bir şekilde hayatlarını kazanırlarken genç adam bir okulda müstahdemlik işine girer, bir arkadaşı daha aynı işe girer. Koridorları temizlerken genç temizlikçi, öğretmenlerin yaptığı işten çok etkilenir ve öğretmen olmak ister. Müstahdem arkadaşı “Git işine” der. “Öyle şey olur mu, yapamazsın?” Müstahdem ortaokulu dışarıdan bitirir, gece okuluna giderek tahsilini tamamlar ve üniversiteyi de dışarıdan bitirir. O genç müstahdem bugün aynı okulda öğretmen. Beraber işe girdiği arkadaşı hala koridorları süpürüyor. (age, s. 119)

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.