Sır katibi

1937 doğumlu Aysel Yüksel, Çapa Eğitim Enstitüsü’nde Nihad Sami Banarlı’nın (1907-1974) öğrencisi oldu ve onu delaletiyle 1957 yılından itibaren İstanbul Fetih Cemiyeti‘nde çalışmaya başladı. Orada Samiha Ayverdi(1905-1993) ile tanıştı ve hayatında yeni ve mutlu bir dönem başladı.

Aysel Yüksel’in ilk şansı Banarlı Hoca’yı tanımaktır. Banarlı ona sadece edebiyatımızı değil, milli ve manevi kıymetlerimizi, dilimizi, musikimizi kısaca bizi biz yapan değerlerimizi aktardı, bir milli şuur verdi. O “Atalarımızın bize miras bıraktığı en güzel iki şeyden biri Türk vatanı ise, ikincisi Türkçedir diyerek vatan, millet ve Türkçe sevgisini öğretti.

Banarlı 1956 yılının Kadir gecesinde bütün sınıfı toplayarak Süleymaniye Camisi’ne götürmüş, yukarı maksureye çıkarmış, camideki o büyük kalabalığın heyecanını seyrettirmişti. Orada Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirini açıklamış ve millî romantizmimizi öğrencilerine hissettirmek istemişti.

DURMADAN YAZMAK

Aysel Yüksel Fetih Cemiyeti’nde çalışırken Samiha Ayverdi’nin irfan halkasına girdi, 36 yıl boyunca Ayverdi’nin hizmetinde bulundu, yazı işlerinde onun yardımcısı oldu. O Ayverdi ki, ömrü boyunca durmadan yazdı. 50’den fazla kitaba imza attı, sayısız mektuplar kaleme aldı, raporlar ve konuşma metinleri hazırladı.

Bütün bunların daktilo edilmesi, kitapların düzenlenmesi ve tashihinde A. Yüksel hep yanında bulundu. O da kendisine “Sır Katibi” dedi ve şöyle iltifat etti: “Teşbihte hata olmaz, Hz. Mevlana için Hüsameddin Çelebi ne ise sen de benim için öylesin.”

İşte bütün bunlar hakkında Aysel Yüksel imzasıyla yeni bir kitap çıktı: “Sır Katibi, Samiha Ayverdi ile 36 Yıl” (Kubbealtı neşriyatı, 2018)

AŞKLA HİZMET

Kitaptan öğrendiğimize göre S. Ayverdi Allah aşkı ile yapılan her işin, her hizmetin Allah’a ibadet olduğu inancıyla çalışmıştı. Çok hediye verirdi, bir gün, gelirimin dörtte biri hediye gidiyor, demişti.

Ayverdi, iki nokta üzerinde ısrarla ve önemle durdu. Biri Muhammedi ahlak, yani İslam ahlakı, ikincisi de milletimiz, vatanımız ve kültürümüz. Ve şöyle derdi: “Hayatım boyunca şerefli tarihimin, dilimin, dinimin ve milli iftiharlarımın emrinde olmayı aziz bir borç bildim.”

Onun irşat ve insan yetiştirme tarzını takdir edenlerden biri de Nihal Adsız’dır (1905-1975). Adsız Bayezit’te kendisine rastladığı bir gün şöyle demişti: “Samiha Hanım, Samiha Hanım, siz ne yaptığınızı biliyor musunuz? Siz Ahmed Yesevi’nin yaptığını yapıyorsunuz.”

Ayverdi Kur’an meallerinin yetersiz olduğunu düşünür. Merhum Tevfik İleri’nin kızı Cahide İleri’ye yazdığı bir cevap mektubunda şöyle der:

“Kur’an-ı Kerim’in öteden beri çeşitli tefsirleri vardır. İsterse bu tefsirleri okuyabilir. Tercümeye gelince; Kur’an-ı Kerim, Hak kelamının aliterasyon şelalesi şeklinde musikileşmiş ifadesidir. Hiç musiki tercüme olur mu? Bah’ların, Vagner’lerin, Itri’lerin, Dede Efendi’lerin sesleri bir dilden bir dile çevrilebilir mi?”

BİLMEK YAPMAK

1993 Şubat ayı. Önüne getirilen öğle yemeği tepsisinde iki üç parça kesilmiş çilek vardı, evdekilere verecek kadarı da yoktu. Ayverdi şöyle dedi:

“Ben oldu olası bir meyveyi turfanda iken almam. Ne vakit, cebinde olan olmayan alacak hale gelirse o zaman alırım. Bunu ne ısmarladım, ne aldım, Manisa’dan göndermişler. Arada şunu da söyleyeyim: Fakirin midesine düşmeden meyvenin lezzeti gelmez, diyen Anadolu halkı ne güzel söylemiş.

***

“Bilmekle işlemek arasında fark vardır. Bir dostumuz var, konuşulan tasavvuf konularını en ince noktasına kadar çok iyi anlar ve anlatır. Ama evindeki yardımcılarına kötü davranır. Bilmek başka şey, uygulamak daha başka bir şey.”

Ayverdi’nin cenaze töreni sırasında (Mart 1993), Prof. Ö. Faruk Akün (1926-2016) yanındaki birine şöyle der: “Bu bir cenaze merasimi değil, bir cennet seferi.”

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.