TANPINAR’IN BEŞ ŞEHİR’İNDE HACI BAYRAM

Prof. Dr. Mehmet Demirci

GİRİŞ

Sanatkârlar ve fikir adamları geçmişle gelecek arasında köprü vazîfesi yaptıkları ölçüde değer taşırlar. Ahmet Hamdi Tanpınar bu görevi îfâ edenlerdendir. Beş Şehir adlı kıymetli eserinde Ankara’yı anlatırken, Hacı Bayram-ı Veli’ye önemle yer verir. Târih şuuru ve sanatkâr hassâsiyetiyle konuya eğilir. Roma’dan, Selçuklu ve Osmanlı’dan Cumhûriyet’e kadar Anadolu’daki devamlılığı, kültürler arasındaki geçişliliği, bu vesîleyle atalarımızın toleransını vurgular.

Bu arada Hacı Bayram’ın rolü ve etkisine temas eder, özetle bazı menkıbelerini anlatır. Veliyyullah’ın o devirde Anadolu’daki yeni oluşumun harcını teşkil ettiğini, maddî-mânevî yapılanmadaki hizmetini anlatırken “Ben dahi bile yapıldım / Taş u toprak arasında” mısralarını örnek gösterir.

Yönetimler değişse de millette devamlılık vardır. Toplumlar ancak böyle olursa sağlam kalabilir. Eski irfan, kültür ve mâneviyet birikimimizin etkileri devam ettiği sürece kimliğimizi koruyabiliriz. Ankara ölçeğinde bunu sağlayanların başında Hacı Bayram-ı Velî gelir. Osmanlı’nın kökleşme ve yükselişinde olduğu gibi, Cumhûriyetin kuruluşunda da onun milletimizi mayaladığını görürüz.

1920’lerdeki yeni oluşum ve silkiniş sırasında, 23 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Câmii’nde hatim ve mevlid okundu. Cuma namazı sonrası, Ulus’taki târihî binâya gidildi, dualarla TBM Meclisi’nin açılışı yapıldı. Böylece bin yıllık irfan ve mânevîyatımız yeni devletin harcına konmuş oldu. Eskiden olduğu gibi Hacı Bayram, o zaman ve şimdi de Ankara’nın mânevî atmosferinin merkezi olma özelliğini devam ettirmektedir.

TANPINAR KİMDİR?

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) İstanbul Şehzâdebaşı’nda doğdu. Babası kadıydı, onun memuriyeti dolayısıyla küçük yaştan itibâren Ergani, Siirt, Kerkük ve Antalya’da bulundu. Yüksek tahsîlini İstanbul Dârulfünûn Edebiyat Fakültesi’nde tamamladı. Burada Yahyâ Kemal’in öğrencisi oldu.

Tanpınar’ın dînî-tasavvufî cephesine kısaca bir göz atmak istersek, karmaşık ve zor bir meseleyle karşılaşırız. Her şeyden önce o, Osmanlı’dan Cumhûriyet’e bir intikal dönemi insanıdır ve bunun zorluklarını iliklerine kadar yaşamıştır. Çocukluğundan hatırladıkları arasında Kısas-ı Enbiyâ hikâyeleri, Kerkük’te büyük annesinden dinlediği halk masalları ve Yûnus ilâhileri dikkati çeker1 Fikrî şahsiyetinin oluşmasında Yahyâ Kemal’in etkisi büyüktür2.

Yenilik, ıslahat, Tanzimat hareketleri sonucu Avrupa ile yakın ilişkiler içine girdik. Batıda gelişen pozitivist ve materyalist dünya görüşü Osmanlı aydınını etkisi altına aldı. Yahyâ Kemal (1884-1958) tipik bir örnektir. Bir ara dinden tamâmen uzaklaşmışken, Fransa’da birkaç hocasının etkisiyle vatan fikrine, milliyet ve yerli kültürümüze eğilerek “eve dönme”sini bilmiştir.

Tanpınar da Yahyâ Kemal gibi bir “kültür müslümanı”dır. Ancak bu konuda hocası kadar açık değildir. Yahyâ Kemal’in hiç olmazsa Süleymaniye’de ve Büyükada’da kıldığı bayram namazlarına âit kendi dilinden canlı hâtıraları vardır. “Tanpınar (ise) kendisini çok saklayan bir yazardır.” Estetiğinin ve mimarisinin hayranı olduğu mâbetlerimizin içine girdiğine dâir yazılarında bir ipucuna rastlanmaz. Onu “… bazı akşam saatleri bu küçük câmiin (Orhan Câmii) önünden geçerken veya kapısından bakarken…” görürüz 3. “Ahmed Hamdi Tanpınar, iki medeniyet dairesi arasında yalpalayan tereddüdün en seviyeli temsilcisidir.”4 İhsan Örücü “Bir Ramazan gecesi Tanpınar’ı Sultan Ahmet Caminin pencerelerinden adetâ başkaları tarafından tanınmaktan saklanarak içeri bakarken ve ağlarken” gördüğünü anlatır.5

Ölümünden 13 gün önce yazdığı belirtilen satırlarda şöyle der: “Allah’a inanıyorum. Fakat ben Müslüman mıyım bilmem. Fakat anamın babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum.”6

Tanpınar’ın tasavvufî duyuş ve düşünüş karşısındaki tavrı hakkında iki farklı görüş vardır. Birincisine göre o, bu konuların dışında ve uzağındadır. Onun “İslâm-Osmanlı olana duyduğu ilgi son kertede estetik bir ilgidir ve pek sevdiği sözlerle belirtirsek manevî iklîme ilişkindir.”7

İkinci ve daha yaygın görüşe göre: “Tanpınar, modernitenin içindeki metafiziği yakalama çabasındadır. Modernitenin seküler anlayışına ve yönelimine elbette sesini çıkarmamaktadır.8

A. H. Tanpınar’ın, huzursuz ve mütereddit bir ruh yapısına sâhip olduğu mâlûmdur. Kendi iç dünyasına ne kadar sızmıştır bilemeyiz, ama Tanpınar tasavvuf inanışının kültür ve medeniyetimize yansımaları ve bunların tasvîri konusunda cömert bir duygu ve ifade gücüne sâhiptir. O, Anadolu’da gelişen edebiyatımızı beş döneme ayırır ve hepsinde de dînî-tasavvufî ilhâmın söz konusu olduğunu belirtir.9

Öğrencisi Mehmet Kaplan’ın (1915-1986) ifadesiyle: “Tanpınar’ın başlıca özelliği, kendisini okuyanları iyi bir rehber gibi, büyük kahramanlara, târihe, tabiata, sanata ve Tanrı’ya götürmesidir.”10

BEŞ ŞEHİR’DE HACI BAYRAM

Bunun örneğini Beş Şehir adlı şehir monografileri kitabında görürüz. Bu deneme türü kitapta Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’a yer verir. Burada adı geçen şehirlerin târihî ve kültürel maceralarını, ümitlerini kendi gözlemlerine dayanarak anlatır. Âdetâ, eskinin büyük değerlerinden hareketle geleceğe uzanan bir perspektiv çizer. Beş şehir, dikkatle ve sabırla okunması gereken mühim bir kitaptır.

Tanpınar 1923’te Edebiyat Fakültesini bitirince Erzurum ve Konya’da edebiyat öğretmenliğinden sonra 1927’de Ankara Lisesi’nde, 1930’dan sonra da Gazi Terbiye Enstitüsü’nde hocalık yapar. 26-27 yaşlarındadır, ama sanatkâr hassâsiyetine ve gözlemci bir dikkate sâhiptir. O yıllardaki müşâhedeleri zaman içinde demlendi, 1945’te bunları yazıya döktü.

Tanpınar’ın Hacı Bayram hakkında yazdıklarından alıntılarda bulunup bazı değerlendirmeler yapacağız.

ATALARIMIZIN ÖZGÜVENİ

Atalarımızın özgüvenleri yüksekti, kendi inançlarının sağlamlığından emindiler. Geldikleri topraklardaki eski kültür kalıntılarından korkmadılar. Özellikle dinamik tasavvuf mensuplarının böyle davrandığı görülür. Bazen tekkelerini tam da bir Hristiyan azîzinin yakınına veya ondan kalan kalıntının üzerine inşâ ettiler. Böylece yerli halka daha kolay nüfuz edebilme imkânı da doğmuş oldu.

Hascluk’un “İki taraflı perestişgâhlar” dediği bir çok türbe eski Hristiyan aziz kültlerinin Türk veli kültleriyle birleşmesinden doğmuştur.”11 Balkanlardaki Sarı Saltuk türbeleri bunun tipik örneğidir.12

Tanpınar Hacı Bayram konusuna Ankara kalesinin eteklerini tasvirle başlar:

“Ankara, uzun târihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur. (…) Türk kültürünün kendinden evvel gelmiş medeniyetlerden kalan şeylerle bu kadar canlı surette rastgele karış​tığı, haşır neşir olduğu pek az yer vardır. Kalede ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde Türk velileri Roma ve Bizans taşlarıyla sarmaş dolaş yatarlar. Dedelerimizin mezarlarından çıkan yeşillikler han​gi itikatların etrafında yontuldukları belli olmayan çok eski taşları kendi rahmâniyetleri ile yumuşatır​lar.”

Yazarımız dili iyi kullanan usta bir edebiyat adamıdır. Şu son cümleye hayran olmamak mümkün değildir: “Dedelerimizin mezarlarından çıkan yeşillikler han​gi îtikatların etrâfında yontuldukları belli olmayan çok eski taşları kendi rahmâniyetleri ile yumuşatır​lar.”

Atalarımızın yerleştikleri mekanı her şeyiyle sâhiplenmeleri ve oraya rahmâniyet katmalarının en güzel örneklerinden birisi Hacı Bayram Külliyesidir.

Bu külliyenin bünyesinde Roma dönemine ait Augustus Tapınağı’nın kalıntıları da yer alır. Tapınağın milattan önce II. Yüzyılda yapıldığı sanılıyor. İç Anadolu’nun en büyük mabetlerinden biriydi.13 Bizans çağında kiliseye, Türk döneminde Akmedrese adıyla eğitim-öğretim yapısına dönüştürüldü. Ayrıca bu tapınak Hacı Bayram-ı Velî’nin hemen yanı başında kurduğu tekkenin hazîresiyle kuşatıldı ve tesisin bir parçası haline geldi. Böylece günümüze kadar kısmen korunmuş oldu.14

Tanpınar’dan tâkip edelim:

“Bu terkiplerin en manalısı İmparator Augustus’un şerefine toprağa dikilmiş mermer bir kasîde olan Roma mâbedinin kalıntılarıyla yanı başındaki Hacı Bayram-ı Velî Câmii’nin beraberce teşkil ettikleri zıtlar mecmuasıdır. Bitmiş veya tam diyebileceğimiz hiç bir eser bu toprağın mâcerâsını bu kadar güzel hulâsa edemez. Hacı Bayram’ı Roma kartalının bu mermer yuvasında çilehânesini seçmeye götüren giz​li tesâdüf nedir? Câmiinin altındaki dar çile odasında geçirdiği ibâdet ve murakabe saatlerinde, yanı başında güneş vurdukça yaldızlı akislerle pırıldayan ve üstüne diz çöktüğü toprakta bir nevi iğva gibi gizlenmiş duran bu taştan dünya, kendisininkinden büsbütün ayrı zaferleri terennüm eden bu iyi yontulmuş mermerler, o sert ve kibirli Roma hemşerisi çehreleri acaba onu rahatsız etmiyor muydu? Bu ve​lînin rahmânî rüyasına komşularının mağrur sükûtundan sızan düşünce ve duyguları bilsek ne kadar iyi olacaktı.”

Yazar bu iki farklı yapıyı “zıtlar mecmuası” olarak niteler. Hacı Bayram’ın burayı bililtizam seçtiğini îmâ eder. Tapınak kalıntılarını “bir nevi iğvâ”, yani baştan çıkarıcı ve yolu şaşırtıcı gizlenmiş unsurlar gibi görürse de büyük veli burada mekân tutmakla, zıtlar arasındaki ahengi yakalamak istemiştir denebilir.

“Roma şan ve şevketinin içinde maddî hazlarla sarhoş, fütûhatlarını yaptı, müesseselerini kurdu, kanunlarını düzeltti. Kale, köprü, yol, su kemeri, mabet, hamam, hipodrom, heykel ve bin türlü âbi​deyle yaşadığı zamanı, muhârip alnını süsleyen çelenklerle beraber taşa toprağa tespit etti.

Aradan asırlar geçti. Bu mağrur muhârip, yorulan sinirleri​ni kanlı ve şehvetli oyunlarla uyuşturmaya çalışır​ken cihangir haritası, acemi avcı elinde kalmış bir kaplan postu gibi parçalanıp yırtıldı. Ankara şehri, imparatorluğun arâzisinin yarısından fazlasıyla be​raber büsbütün başka bir milletin eline geçti. Kadîm medeniyetin eserleriyle örtülü toprakta yeni bir ni​zam çiçek açtı, küçük, mütevazi mabetlerde başka bir Allah’a ibâdet edilmeye, Ankara kalesinin üs​tünde başka türlü hasretlerin türküleri söylenmeye başlandı.”

Tanpınar, Hacı Bayram’ın “çok başka bir hakîkatin sırrını açtı”ğını söyler. Bu yeni hakîkatte ledünnî, yani öteler âleminden gelen mânevî hazlar vardır. Ahiret saadeti vardır, sevgiden beslenen ruh vardır, nur tûfânı gibi bir iştiyak, özlem vardır, kendi iç derinliklerinde Allah’ı bulma, O’nu bulmanın yolu vardır:

“Ve günün birinde bu toprağın yeni sahip​leri içinden yetişen saf yürekli bir köylü çocuğu, Roma’nın zafer mabedi ve biraz sonra da Bizans bazilikası olan bu âbidenin yanı başına muhâcir bir kuş gibi yerleşti ve insanlara kadîm imparatorluğun ayakta durmasını sağlayan hakîkatlerinden çok başka bir hakîkatin sırrını açtı. Bu ledünnî hazların, âhiret saadetlerinin, kendisini sevgide tamamlayan ruhun, bir nur tufanı gibi iştiyakın, kendi derinlik​lerinde Allah’ı bulan bir murakabenin hakîkati idi. Hacı Bayram, eriştiği bu hakîkatin şevkiyle:

Bilmek istersen seni

Can içre ara canı,

Geç canından bul anı

Sen seni bil, sen seni!15

diye haykırır.”

Hacı Bayram’ın Ankara’da faâliyette bulunduğu sıralarda Anadolu’da siyâsi otorite boşluğu yaşanıyordu. Fetret devri denen bu zaman diliminde halk büyük sıkıntılar içindeydi. Bu dönemde Ankara’ya dönen Hacı Bayram, mürşidi Somuncu Baba’nın yanından ayrılırken “Sultanım, ne amel üzerine olalım, sanat bilmem, ne işleyelim?” diye sorar. ”Ekin ek, burçak ek” cevabını alır. Ankara’ya gelen Hacı Bayram’ın başlangıçta tekke inşa etmeyip çiftçilikle meşgul olduğu söylenebilir.16

Tasavvuf kurumlarının özelliklerinden biri şudur: Toplumun ve devrin ihtiyaçlarına göre hareket etmek. Bu fütuhat olur, çiftçilik olur, zenaatkârlık olur. Bütün bu faâliyetler arasında “el işte gönül Hak’ta olmak” ilkesi vazgeçilmez prensiptir.

İhtiyaç o yönde olduğu için, Hacı Bayram çiftçilik yapıp, el emeğiyle geçindi. Müridleriyle birlikte imece usûlü ekin işledi. Esnaf arasında “Ahî Baba” diye tanındı. Çarşı pazarda dolaşıp sadaka ve zekât toplayarak ihtiyacı olanlara dağıttı. Böylece halkla bütünleşmiş oldu.

Onun döneminde Bayramiyye daha çok köylü ve esnaf zümreleri arasında yaygınlık kazandı. Hacı Bayram ve Bayrâmî şeyhlerinin, Anadolu halkı arasında birlik ve bütünlüğün sağlanması ve mânevî hayâtın şekillenmesinde büyük katkıları oldu.17

Tanpınar bütün bunlara kısaca değinir:

“Fakat Hacı Bayram sâde Hakla Hak olan bir veli değildir. Türk cemiyetinin bünyesinde gerçekten yapıcı bir rol de oynar. Kurduğu Bayrâmiye tarîkati esnaf ve çiftçinin tarîkatidir. Böylece Anadolu’da Horasanlı Baba İlyas’la başlayan geniş köylü hareketiyle Ahîlik teşkilâtı onun etrafında birleşir.

Daha sağlığında hareket o kadar genişler ki ikinci Murat yanı başında gelişen bu manevî salta​nattan ürkerek Şeyhi Ankara’dan Edirne’ye getirtir. Ve ancak niyetlerinden iyiden iyiye emin olduktan sonra onu geriye göndermeğe razı olur. Hakîkatte bu telâşa hiç lüzum yoktu. Hacı Bayram imparator​luğun iç nizâmını yapıyordu.”

Târihî şahsiyetlerin ve olayların coğrafyadaki bugünkü yerlerini belirleyemeye çalışmak, onların daha iyi anlaşılmasına, hafızada canlı kalmasına vesile olur. Bu özel bir dikkat ve gayret ister. Tanpınar bu düşüncesini dile getirir:

“Çok defa Ankara ovasına bakarken Hacı Bay​ram’ın ömrünün sonuna kadar müritleriyle ekip biç​tiği tarlaları düşünürüm. Acaba hangi tarafa düşü​yordu? Belki de kendi yattığı câmiin bulunduğu yerlere yakındı. Bütün ova onun zamanında imece ile işleniyordu. An’ane Hacı Bayramla İstanbul fet​hinin mânevî ve nûranî yüzü olan Ak Şemşeddin’i bu ovada karşılaştırır.”

Sonra Akşemseddin ile Hacı Bayram ilişkilerini târihî-menkıbevî şekliyle özetler:

“Ak Şemseddin o zamanlar devrinin ilmini ilâhiyattan tıbba, nahivden mûsiki​ye kadar öğrenmiş, fakat bir türlü rûhundaki su​suzluğu gideremediği için yüzünü tasavvufa çevirmiş, kendisine mürşit arayan genç bir âlimdi. Nihâ​yet dayanamayıp Şeyh Zeyneddin-i Hâfî’nin yanına gitmek için Osmancık medresesindeki müderrisliği​ni bırakıp yola çıkar; fakat Halep’te bir gece rüyasında bir ucu boynuna geçmiş bir zincirin öbür ucu​nu Hacı Bayram’m elinde tuttuğunu görür ve nasî​binin Hacı Bayram’dan olduğunu anlar; yoldan dö​ner.

“Ankara’ya geldiği zaman Hacı Bayram’ı mürit​leriyle ovada mahsul toplarken görür. Yanına yak​laşır; fakat iltifat görmez. Aldırmayarak işe girişir; yemek zamanına kadar Şeyhin müritleriyle beraber çalışır. Yemek vakti olur, Hacı Bayram kendi eliyle aş dağıtır. Fakat Ak Şemşeddin’in çanağına ne bur​çak çorbası, ne de yoğurt koyar; artan aşı da köpeklerin önüne döker. Ak Şemşeddin darılıp gidece​ği yerde şeyhin kapısının köpekleriyle ve onların çanağından karnını doyurur. Bu alçak gönüllülük, bu teslim üzerine Hacı Bayram onu yanına çağırır, müritliğe kabul eder. Ölünce de kendisine halef olur; yahut hiç olmazsa tarîkatin fazlaca şeriatçi kolu onu şeyh tanır.

“Fatih’e İstanbul’un fethinde o kadar yardım et​tikten sonra çekilip köyüne gidecek kadar vekar ve haysiyet sahibi olan, mektuplarında ona sahip oldu​ğu manevî rütbeden bir akran gibi hitap eden, nasi​hatler veren, “Eğer pâdişâha huzûr-i sûrîmiz matlup ise biz anda varırız veya pâdişahla diyar-ı Arabı be​raberce feth edeniz” diye ufuk gösteren Ak Şemseddin’in şeyhinin köpekleriyle bir sofraya oturması an​cak on beşinci asır Türkiye’sinde görülür.”

Hacı Bayram’dan bize dört manzume kalmıştır. Ama her biri bir kitaba bedeldir. Bunları birden çok kişi şerh etmiştir. Tanpınar bu şiirlerden birinin en güzel beytine dikkati çeker. Zâhir mânâya bakarsak, inşâ hâlinde bir şehir söz konusudur. Binâları teşkil edecek olan taş ve toprak arasında, onlarla birlikte yapılmak ne muhteşem bir tasavvurdur. Ankara’nın, Osmanlı’nın, Türkiye’nin yapılışında Hacı Bayram inanç ve düşüncesinin, bir maya, bir mânevî harç olduğunu veciz bir şekilde gösterir:

“Hacı Bayram’ın kâinâtı ve insanı berâberce oluş halinde gösteren bir manzûmesi vardır ki, bilhassa bir beyti bu on beşinci asır Türkiye’sinin âdeta manzarasını çizer:

Nâgehan ol şâra vardım, ol şârı yapılır gördüm,

Ben dahi bile yapıldım, tâş ü toprak arasında.”

Sonuç olarak Tanpınar’ın gözüyle Hacı Bayram-ı Velî’yi daha iyi tanımış oluyoruz. Onun medeniyetler arasında bir bağ olduğunu görüyoruz. İrfan hayâtımızın köşe taşlarından biri olan Hacı Bayram’ın 1930’lu ve 40’lı yıllar Ankara’sının çorak atmosferinde, bilinçli bir münevverin rûhunda uyandırdığı güzellikleri hissediyoruz. Böylece Hacı Bayram’ın her devirde Ankara’nın mânevî havasının odak noktalarından başlıcası olduğunu anlıyoruz.

(Uluslararası Hacı Bayram-I Velî Hz. Sempozyumu tebliği, 15 Aralık 2012, Ankara)

1 Bk. Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası içinde (Kerkük Hatıraları), İstanbul, 1983, s. 248,
2 Yahya Kemal hakkında şöyle der: “Millet ve târih hakkındaki fikirlerimde bu büyük adamın mutlak denecek tesiri vardır. Beş Şehir adlı kitabım onun açtığı düşünce yolundadır, hattâ ona ithaf edilmişti. İki defasında da bu kitap bulunduğum yerde basılmadı ve ben bu ithâfı yapamadım.” Bk. A. H. Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, MEB Devlet Kitapları, İstanbul, 1969, s. 570-71.
3 Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, 100 Temel Eser, İstanbul, 1969, s. 115,
4 Ahmet Turan Alkan,” “Saç Jölesi ve Tanpınar”, Zaman, 29.12.2001.
5 Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, 16.
6 Orhan Okay, “Tanpınar,Ahmet Hamdi”, DİA, c. 39, s. 569
7 Ahmet Oktay, “Tanpınar: Bir Tereddüdün Adamı”, Bir Gül Bu Karanlıklarda (BGBK) içinde, Haz. Abdullah Uçman-Handan İnci, Kitabevi, İstanbul 2002, s. 466.
8 H.B. Kahraman, “Yitirilmemiş Zamanın Ardında: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Muhafazakâr Modernliğin Estetik Düzlemi”,BGBK içinde, s. 639.
9 Turan Alptekin, Bir Kültür Bir İnsan, s. 58, İstanbul 1975.
10 M. Kaplan “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Güzel Eserin Üç Temeli”, BGBK içinde, s. 187.
11 Ahmet Yaşar Ocak Türk Halk İnançları ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara 1984, s. 12 ; F.V.Hascluk, Bektaşilik Tetkikleri, çev. Ragıp Hulûsi, İstanbul 1928, s. 69-70.
12 Bk. Mehmet Demirci, “Balkan Müslümanlığında Gazi-Dervişlerin Rolleri Ve Sarı Saltuk Örneği”, Târihten Günümüze Tasavvuf Kültürü-Makaleler içinde, İstanbul, 2009
13 Sargon Erdem, “Ankara”, DİA, c. 3, s. 202
14 M. Baha Tanman, “Hacı Bayrâm-ı Velî Külliyesi”, DİA, c. 14, s. 448
15 Nefsini bilen Rabbini bilir. Hak Taala’yı uzaklarda aramaya gerek yoktur. O hep bizimledir, içimizdedir. O bize şah damarımızdan daha yakındır. Nerede olursak olalım O bizimledir. Bütün bunları fark edebilmek için canımızdan, yani fânî varlığımızdan geçmemiz icap eder. Bunun adı fenâ fillâhtır. Sonrasında beka billâh, Hak’la baki olmak gelir. Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaradan.
16 Nihat Azamat, “Hacı Bayram Veli”, DİA, c. 14, s. 444.
17 Bk. F. Bayramoğlu-N. Azamat, “Bayramiyye”, DİA, c. 5, s. 271

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*