ÜMMÜ KEN’AN DERGÂHI

ÜMMÜ KEN’AN DERGÂHI

Mehmet Demirci

Kenan Rifâî (1867-1950) Osmanlı’nın son dönemi ile 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış, önemli bir eğitimci ve mutasavvıftır. Galatasaray Lisesi mezunudur. Uzun yıllar öğretmen ve idâreci olarak Milli Eğitim hizmetlerinde çalıştı.

19 yaşından îtibâren annesinin şeyhi olan Filibeli Edhem Efendi’den (1845-1890)[1] tasavvufî-mânevî eğitim aldı. Medîne’de İdâdî-i Hamîdî müdürlüğüne tâyin edildi. Orada tasavvufun formel yönü bakımından önem arzeden bir mânevî ünvâna mazhar olma nasibine erişti. Şeyhu’l-Meşâyıh Hamza Rifâî’den şeyhlik icâzeti aldı.[2] Sâmiha Ayverdi’nin ifâdesiyle bu icâzet ve hilâfet “bu diyârın bin üç yüz senelik sâhibi”nin isteğiyle olmuştur.[3]

İstanbul’a döndü. Annesi Hatîce Cenân Hanım Hırka-i Şerif civârındaki konaklarının bahçesinde bir tekke binâsı yaptırdı.[4] Buraya Ümmü Ken’an Dergâhı veya Altay Dergâhı denirdi. Orada postnişin olarak irşad faâliyetine başladı. İstanbul’daki diğer emsallerine göre daha çok, aydın ki­şilerin devam ettiği bir yer olarak şöhret bulmuştu.

Bu yazıda Ümmü Ken’an Dergâhı hakkında bilgi verip, birkaç canlı şâhitlik çerçevesinde devrinde nasıl algılandığını îzah etmeye çalışacağım.

DERGÂH BİNÂSI

Ümmü Ken’an Tekkesi 1908’de (23 Receb 1326) yapılan bir merâsim ve âyinle açıldı. İstanbul’da açılan son dergâhlardan biridir. Bu sırada II. Merutiyetin îlânı için atılan toplarla, âyînin terennümleri birbirine karıştı.

Dergâhta Çarşamba ve Cuma günleri Ken’an Rifâî Hazretleri tarafından Mesnevî sohbetleri yapılıp, ardından âyin-i şerif icrâ edilirdi. Ayrıca ramazan, kandiller, kadir gecesi dini bayramlar, muharrem ve aşûre günlerinde de ihyâ geceleri tertiplenirdi.

Ümmü Ken’an Dergâhı. 1925 senesinde tekke ve zâviyelerin kānunla kapatılmasına kadar 17 sene faâliyetini sürdürdü. Burası Evkaf İdâresine bağlı bir vakıf-dergâh değildi, mülkiyeti Kenan Rifâi’ye âitti. Daha sonra, binânın içinde bâzı değişiklikler yapılarak dergâh fonksiyonları kaldırılıp meskene dönüştürüldü. Yapılan bu yemni mekânlara da âile efrâdı yerleştirildi.[5]

İyice harap olan ve oturulamaz hâle gelen binâ restitusyon projelerine uygun olarak. 2003-2007 yılları arasında yeniden inşâ edildi. Binânın dış konturu karnıyarık plan şeması ve iç mekânda yer alan kubbe, prensip olarak aynen korundu. Zemin katı kâgir olarak bırakıldı. Üst katlar günümüz teknolojisine en uygun sistem olan çelik iskelet üzerine, ahşap kaplama şeklinde îmal edildi. Dış sephe ahşapla kaplanarak, aslî görünümü verilmeye çalışıldı ve 21 Ramazan’a rastlayan 3 Ekim 2007’de hizmete açıldı, Dergâhın semâhânesi ise aslına uygun olarak inşâ ve tefriş edildi, Cenan Vakfı Müzesi olarak ziyâret edilebilmektedir.[6]

ZİYÂRETÇİLER VE ŞÂHİTDLİKLER

Hüseyin Vassaf (1872-1929) Kenan Rifâî’nin muâsırı olup tarîkatlerle ilgili beş ciltlik değerli bir eserin yazarıdır. İlgili dergâhtan ve Kenan Rifâî’den bahsederken onun ilmi ve faziletiyle tanındığını, yoluna âşık, edip, olgun bir kimse olarak öne çıktığını; güzel sîmâlı, iyi konuşan biri olduğunu, çok okumaktan dolayı gözleri zayıfladığından siyah gözlük kullandığını, gizli kalmaya önem verdiğini belirtir. Hüseyin Vassaf’ın ifâdesi şöyledir:

“Ken’an Bey, bundan on beş sene kadar mukaddem Hırka-i Şerîf civârındaki dergâha seccâde-nişîn olmuştur. (…) İlim ve fazlı i’tibârıyla, zamânımız meşâyıhı arasında meslek sâhibi, tarîkine âşık edîb, kâmil bir zât olarak temeyyüz etmiştir. Uzun boylu, hâlen ellibeş-altmış yaşla­rında, melîhü’l-vech bir zâttır. Hüsn-i takrire mâliktir. Kesret-i mütâlâadan, gözlerine zaaf târî olduğundan siyâh gözlük kullanırlar. İhtifâya riâyetkârdır.”[7]

*

Şahitliklerden biri de Celâl Hoca’ya âittir. Porf. Sadeddin Ökten’in babası olan Celâleddin Ökten (1882-1961), değerli bir ilim ve aksiyon adamıdır. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde bu satırların yazarı, bir sömestr de olsa öğrencisi olmuştur.

Celâl Hoca’nın Ümmü Ken’an Dergâhı’yla alâkası şöyledir: mütâreke ve işgal yıllarında (1918-1922), o sıkıntılı günlerin acısını kısmen de olsa dindirmek için, Celâl Hoca Cuma günleri Ümmü Ken’an Dergâhı’ndaki âyinleri tâkip ederdi, âyin sonrasında Kenan Rifâî’nin odasına gidip ilmî ve tasavvufî sohbetler yaptığı ifâde edilir.[8]

Celâl Hoca’nın rûhen sıkıntılı günlerinde Kenan Rifâî’ye intisab etmesi söz konusu olmuşsa da, bir ara kitapları toz bağlamış; Hoca bir ikilem içinde kalıp, ne kitaplara el sürmek, ne de dergâha tam olarak bağlanmak konusunda tereddüt yaşamıştır.

Bunun üzerine Kenan Rifâî, onun ruh hâlini fark edince; ya kitaplarını ya da dergâhı, ikisinden birini seçmesini söylemiş, o da kitaplarına dönmeyi tercih etmiştir.[9] Ama gönül bağları kopmamıştır.

Öyle ki Kenan Rifâî’nin Celal Hoca’ya Fransızca, onunda K. Rifâî’nin oğlu Kâzım büyükaksoy’a (1904-1993) Arapça  dersi verdiği ifade edilir.[10]

*

Mehmed Şemseddin (Ulusoy, 1867-1936) Bursa Mısrî Dergâhının son şeyhi olup birçok kıymetli kitabı vardır. Seyahatleri sırasında, tekkelerin kapatılmasından altı ay kadar önce 1925 Temmuzunda, yolu Ümmü Ken’an dergâhına düşer. Onun intibâlarını, parantez içinde birkaç kelimenin bugünkü anlamını yazarak, aynen veriyorum:

“Cuma günü namazı Fatih’te eda ettik. (Temmuz 1925 MD) Oradan Kenan (Rifaî) Bey’in tekkesi­ne gittik, güzel, mâmur bir tekke. Şeyh Efendi zikirden evvel çıkmıyor. “Sallû” denilmesiyle semâhaneye bir girildi, Şeyh Efendi’nin koltuklarına iki kişi girerek kürsüye çıkardılar. Bir iki beyit Mesnevi okudu, şerh etti, bazı zevat not tuttular. Kafeste de öyle imiş, sonra zikre başlanıldı. İstanbul’un güzîde zâkirleri hep orada idi. İsm-i Celâl’de meydan bize verildi(*), dervişler de muntazam; öy­le ya, var evi kerem evi. Hoş muhabbetler oldu, alelhusus birkaç dakîka devam eden bir usûl yaptılar ki başka yerde görmemiştim; kalbî bir zikirdi, âdetâ hafif hafif halîle çalar gibi. Semâhane de müzeyyen (süslü), mihrap önünde Harem-i Şerîf’in mücessem resmi (maketi), mihrâbın üzerinde Beytullah’ın kuşağı pek muhteşem duruyor­du. Güzel levhalar, alelhusus mihrâbın karşısında gāyet celî (açık) hatt-ı tâlik ile “meded şâh-ı velâyet” (Aman yâ Şâh-ı Velâyet MD) levhası tevhidhâneye başka bir şeref veriyor.

Mûmâ ileyhle (kendisiyle) Bursa’da dergâhta birkaç defa görüşmüş, bir iki defa da misâfir oldukları, dayıla­rının Maksem’deki hânesinde müşerref olmuştuk. Bu eserleri Medîne’de Maârif (İdâdî-i Hamîdî MD) müdürü bulundukları zaman tedârik etmişlermiş. Her neyse ba’de’z-zikir (zikirden sonra) çok il­tifat ettiler. Esasen herkese mültefit bulunuyorlar, vâlideleri nâmına binâ edilen tekke Ümm-i Ken’an nâmıyla tevsim edilmiş (isimlenmiş)tir. Zengin olduklarından zâkirlere ikişer, birer lira, muhtaç dervişlere kezâ, hele kapının önünde kırk, elliden müte­câviz (fazla) fukarâ içtimâ ediyorlar (toplanıyorlar) ki ba’de’z-zikir (zikirden sonra) kendilerine biraz para veriliyormuş. Akşama hanemize avdet eyledik.”[11]

(Kubbealtı Akademi Mecmuası Temmuz 2018, 187.  Sayıda çıktı)

DİPNOTLAR

[1] Bu zat için bkz. Mehmet Demirci, “Filibeli Edhem Efendi”, Hikmetin İzinde Kenan Gürsoy’a Armağan, Aktif Düşünce yayını, Ankara, 2016, ss. 717-725[2] Ken’an Rifâî’nin Server Hilmi Bey’e verdiği hilâfet icâzetnâmesinden anlaşıldığına göre, Hamza Rifâî’nin, Seyyid Ahmed er-Rifâî’ye kadar olan ve hepsi de babadan oğula intikal eden silsilesi şöyledir: Hamza Rifâî – Ebu’l-Hasen er-Rifâî– Ahmed er-Rifâî – Mansur er-Rifâî – İbrahim er-Rifâî – Ebu’l-Kasım er-Rifâî – Kasım er-Rifâî – Ahmed er-Rifâî – Muhammed er-Rifâî – Ahmed er-Rifâî – Şerefüddin er-Rifâî– Abdülkadir er-Rifâî– Siracüddin er-Rifâî– Abdürrahim er-Rifâî– Abdülmutı’ er-Rifâî– Ebussafâ Mansur er-Rifâî – Mühezzibüddevle er-Rifâî– Cemâlüddin Muhammed er-Rifâî – Ebussafa Mansur er-Rifâî – Seyyid Ahmed el-Kebîr er-Rifâî. Ayrıca, Halep’te nakîbü’l-eşraf olan Ebu’l-Hüdâ es-Sayyâdî el-Hâlidî vâsıtasıyla Ahmed er-Rifâî’ye ulaşan bir başka silsilesi daha vardır. Her iki silsile Aydın Yüksel Bey’de bulunan icâzetname fotokopisinden alınmıştır.

[3] Sâmiha Ayverdi ve arkadaşları, Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 2003, s. 99

[4] Bkz. Ken’an Rifâî, Seyyid Ahmed er-Rifâî, yayına hazırlayan Mustafa Tahralı, sedeleştiren, Mehmet Demirci, Cenan Vakfı neşriyatı, İstanbul, 2015, s. 260

[5] Bkz. Aydın Yüksel, “Ümmü Kenan Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul,1994, c. VII, s.  338-39; http://www.cenanvakfi.org/vakif-binasi/

[6] Bkz. Gürbüz Ertürk, “Ümmü Ken’an Dergâhı”, Rahmet Kapısı Ken’an Rifâî Sempozyumu, Nefes yayını, İstanbul, 2017, s. 157-159; http://www.cenanvakfi.org/vakif-binasi/

[7] Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliya, Hazırlayanlar: Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Kitbevi, İstanbul, 2006, C. I, s. 264

[8] Bkz. Mustafa Özdamar, Celal Hoca Kuşağı, Marifet yayınları, İstanbul, 1993s. 34-35

[9] Prof. Kenan Gürsoy, Celâl Hoca’nın Kenan Rifâî’ye intisâbı konusunda, Sadeddin Ökten’in şu sözlerini nakletti: “Nişan olmuş fakat nikâh gerçekleşmemiştir.” Sonunda Celâl Hoca’nın “Al aşkını, ver kitaplarımı” dediği de söylenir.

[10] Mustafa Özdamar, age, s. 140, 261. Daha sonra Celâl Hoca’nın, rüyasında gördüğü Kenan Rifâî’nin isteğiyle, onun genç evlâtlarından İlhan Ayverdi’ye (1926-2009) de Arapça dersleri verdiğini Orhan Okay’dan öğreniyoruz. Bkz. Orhan Okay “Medrese Arkadaşım”,  Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ocak 2010, sayı: 153, s. 22-26

(*) Herhangi bir tekkede zikir ve âyin sırasında zikrin yönetimi misâfir bulunan bir şeyhe verilebilir. “İsm-i Celâl’de meydan bize verildi” ifâdesiyle kastedilen bu olmalıdır.

[11] Şeyh Mehmed Şemseddin Mısrî, Niyazi Mısri’nin İzinde Bir Ömür Seyahat, Hazırlayanlar: Mustafa Kara-Yusuf Kabakçı, Dergah yayınları, İstanbul, 2010,  s. 173-174. Bu zat için bkz. Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Araştırmaları, Dergâh yayını, İstanbul, 2005, ss.294-310

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.