Ahlakta yozlaşma

Türkiye dindarlaşıyor mu?
Bu soru sık sık gündeme gelir. “Dindarlık” ölçülebilir bir konu değildir. Ancak kabaca şu söylenebilir: Dindarlığın artıp artmadığını bilemeyiz ama dinle ilgili davranış ve tezahürlerin daha görünür hale geldiği bir gerçektir.
Cami yapımı arttı. Buna rağmen birçok yerde Cuma namazlarında insanlar sokaklara taşıyor. Memur, bürokrat, politikacı, her kesimden insanımızın camiye gitmesine gözlerimiz alıştı. Aralık ayında Konya’da çok lüks bir otelin mescidinde akşam namazı kılanların fazlalığı beni şaşırttı. Bunların çoğu iyi giyimli otel görevlisiydi.
Dini gerekçeyle takılan başörtüsü artık her yerde serbest.
Okullarımızda dinle ilgili çeşitli seçimlik dersler var. Diyanet İşleri Başkanlığı yurt çapında en geniş teşkilata sahip kurumlarımızdan biri. Televizyon ve radyolarda bir yığın dini program var. Yani din, yaygın şekilde gündemde.

ÖZ YOK

Ne var ki bütün bunlar şekle ait unsurlardır, meselenin görüntü yönüdür. Öze ait tarafının hiç de iç açıcı olmadığı bir gerçek.
İslam dininin bu kadar görünür olduğu bir toplumda, dinin asıl amacı olan ahlakın hakim olması gerekmez mi?
KPSS’de soruları bir şekilde önceden alıp, kendi adamlarına vermek, böylece onlara sınav kazandırmak, daha ehil ve gerçek hak sahiplerinin hakkını gasp etmek değil midir?
Trafik kurallarına uymamak, kaldırımı işgal etmek, yüksek sesle müzik çalıp insanları rahatsızlık vermek sıkça rastladığımız olaylar.
Bunlar doğrudan kul hakkı değil midir? Dedikodu, laf taşıma, hırs, öfke, kibir, çekememezlik, bencillik, açgözlülük, acımasızlık manzaraları ne kadar can sıkıcıdır!
Bütün bunlara dindar geçinenlerin de iştirak halinde olması, bakın nasıl sonuç doğuruyor:
Demek ki dinin yüksek ahlak değerleri bir işe yaramıyormuş!

EKSİĞİMİZ

Eksiğimiz nedir dersek, eksiğimiz, dini şekil ve görüntüden ibaret saymamızdır. Oysa İslam’ın esas amacı güzel ahlakı yaşatmaktır. Hz. Peygamber güzel ahlakı öğretmek için gönderilmiştir.
Şekil dindarlarına irfanlı halkımız “dini dar” derler. Doğrudur, onlar dinin geniş sınırını daraltıp şekle hapsetmişlerdir.
Böylece hem kendilerini aldatmakta, hem de dine söz getirmektedirler.
Tasavvuf ahlakı bu yanlış anlayışın çaresidir. Ne yazık ki piyasa, tasavvufu da şekle hapsedenlerle doludur. Üstelik bu sebeple, bu güzel kuruma söz getirmektedirler.
Yunus’un Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın ve onların gerçek takipçilerinin yolu ise kendini her an Hakk’ın huzurunda bilip, ona göre davranmayı gerektirir. Yaradan’dan dolayı yaratılmışı sevmek, adil, hakkaniyetli, merhametli ve özverili olmak onların gerçek yoludur.
Evet durumumuz hiç de iyi değil. Ümitsiz miyim? Hayır.
Her bozulma bir yeniden doğuşun habercisi sayılır.
Kökümüz sağlamdır.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.