Okuduğum yazılardan zaman zaman notlar alırım. Bunların yerini çoğu zaman kaydetmeme rağmen, bazan unuttuğum da olur. Bu yazıda bu tür notlardan bir demet sunmak istiyorum.
Tanzimatla başlayıp Cumhuriyetle zirve yapan bir Modernizm sürecine girdik.
Bunun yol açtığı tahribat sonucu, hem kendinden, hem kutsaldan hem de doğadan kopan seküler bireyler oluştu. Cumhuriyet değerleri ile İslami değerler arasında mesafe doğduğu bir gerçek. Kemalist proje dini ritüellerin sadece özel alanda yaşanması gereğini vurguladı.
Ancak toplumlar, inanç ve düşünceler durağan değildir. Hareketlilik ve oluşum devam ediyor. İnsanlarımız arasında, kendinden koparılan parçaları benliğine yeniden monte etmeye çalışan, öncelikle kendini tedaviye odaklananlar görülüyor.
Tedavi için de bu toprakların ürünü olan tasavvufa yönelmekteler. Sonunda manevi bir rehbere ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye’nin kendine has modernleşme sürecinde yaşanan kırılma noktaları görülüyor. Hem 29 Ekim Cumhuriyet kutlamalarında hem de evliya türbeleri başında bir araya gelebilen yeni bir davranış biçimi doğmaktadır. Kamusal alandan tecrit edilmiş ve bireysel vicdana hapsolmuş bir Müslümanlık anlayışı yerine, “cemaat” ihtiyacına duyulan özlem var.
Seküler kesimde açığa çıkmış bir din “ihtiyacı” dikkati çekiyor. Ancak, bu kesimin kendini rahat hissedebileceği dini alanların kısıtlı olması gibi bir durum söz konusu.
YENİ ARAYIŞLAR
Kimliğin yeniden inşasında, sırtını büsbütün Batı’ya veya Doğu’ya dönen anlayışlara mesafeli durarak, kendi benliklerinde Doğu ve Batı’nın bir sentezini yapma ihtiyacı doğuyor. Bireysel Müslümanlıktan cemaate duyulan özlemden söz edilir oldu.
Ateizm ve deizm’den tasavvufa uzanan bir çizgi oluşuyor.
Modern görünümlü tasavvuf öğretilerine yönelenler çoğaldı. Bunlar arasında; depresyon, panik atak ve anksiyete ilaçlarını bir dönem kullandıkları ve bir kısmının mürşidinin sohbetleri sonrası bu ilaçları azaltma veya bırakma yoluna gittiklerinden söz ediliyor.
Mürşid pozisyonundaki kişiyi, hem bir dini rehber hem de “manevi bir doktor” olarak gören müritler var. Bunlar mürşidleri ile yüzüyüze görüşemeseler dahi bir “rabıta” içinde kalarak kendilerini mürşidlerini koruma kalkanı içinde “güvende” hissettikleri anlaşılıyor.
BİLGELİK ÇAĞINDAYIZ
İçinde bulunduğumuz dönem “Bilgi çağı” olarak isimlendirilmişti. Şimdi bilgi çağını, “bilgelik çağı”na dönüştürme vakti geldi.
Bu süreçte Hz. Mevlânâ öğretisi, müthiş bir bilgi bankasıdır. İnsanlığın Mevlânâ’nın düşünce ve duygu donanımına ihtiyacı var.
Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram ve benzerleri de unutulmamalı. Ancak bu alan sıradan bir saha değil. Bu, denizde derinlere dalmak için özel dalış kıyafetleri giymek gerekir. İnsanın manevi olarak gelişebilmesi için onunla ilgili bir donanıma sahip olması gerekir. En başta bir uyanış, bir silkiniş, ardından niyet, azim ve kararlılık gerekir. Ancak o şekilde derinlere dalabilir ve manevi hazineleri keşfedebiliriz.
Bir yanıt bırakın