Büyük başın derdi büyük olur

Ülkemizin en önemli sıkıntılarından biri PKK terörüdür. Senelerdir çeşitli usuller denendi, bir türlü bitirilemedi. Birkaç yıldır “Çözüm süreci”ne bel bağlandı. Şahsen bu sürecin başarılı olmasını diliyorum. Fakat karşı tarafın bitip tükenmez şirretlikleri sabır taşımızı çatlatmak üzere.
Süreçte tam sona yaklaşıldı derken, PKK’nın üst perdeden esip gürlemesi ve cinayetleri devam edecekse durum değişir.
Çözümün sonuçsuz kalacağına inanıldığı anda, devletin ve askerin demir yumruğu hainlerin tepesine iner. Ülke olarak sıkıntılar yaşarız, yine şehit cenazeleri gelmeye başlar. Ama bundan en çok karşı tarafın zarar göreceğinde kimsenin şüphesi olmasın.
PKK şehir eşkıyasının en son vahşi cinayetiyle Fırat Y. Çakıroğlu şehit oldu. Bu masum ve temiz yüzlü Anadolu çocuğunun kaybı içimiz yaktı. Yunus’un dediği gibi: “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm/ Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi.”
Üniversite yöneticileri ve Emniyet güçlerinin Ege Üniversitesi’ndeki PKK yapılanmasını yeterince ciddiye almadığı gibi bir algı var. Buna inanmak istemiyorum. Ama bu algı üzerinde durulmalıdır.

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ
Bir gayya kuyusu haline gelen, her türlü vahşet ve çılgınlığın yaşandığı Suriye topraklarındaki askerlerimizin başarılı bir operasyonla oradan alınıp gelmesi yüreğimize su serpti, milletçe sevindik. O sabah tv kanallarında dinlediğim, konuya vakıf kimseler operasyondan övgüyle söz ettiler.
TRT’nin başarılı “Diriliş Ertuğrul” dizisiyle tarihe ilgi uyandı. Pek fazla bilinmeyen Anadolu’daki Osmanlı öncesi döneme dikkatler yoğunlaştı.
Son operasyonla türbesi taşınan Süleyman Şah’ın kimliği hakkındaki tartışmalar kafaları karıştırmamalı. Konunun tarihi yönü, sadece tarihçi bilim adamlarının işi olmalı. Süleyman Şah’ın Selçuklu veya Osmanlı olması sonucu değiştirmez. İkisi de Türk’tür ve orada asırlardan beri bir Türk mezarı vardır.
Tarihi bilgi kurudur, menkıbe ve destanlar ise halkın ortak muhayyilesinden doğar ve daha renklidir, duygulara daha çok hitap eder. Nesilden nesle intikal eden menkıbeler milli bağları pekiştirir. Halkımız bunları benimser ve bunun sorgulanmasından hoşlanmaz.
Suriye’deki Türk mezarı, tarihle destan ve menkıbenin birleşmesinden meydana gelmiş bir kutsal bölgedir. Bu türbenin ilk yeri Caber Kalesi’ndeydi. A. Nihad Asya ondan şöyle söz eder: “Yiğitlerim uyur gurbet ellerde/ Kimi Semerkant’ta bekler beni/ Kimi Caber’de/ Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok!/ Ben nasıl varım?”
Muallim Naci daha önce şöyle seslenmişti: “Ben bir Türküm unutmam Caber’i/ Türk olan, kadirşinas olmak gerek/ Var yeri, gitsem ta mezar-ı Türk’e.”
Milli duyguların tercümanı şairlerdir. Günü geldiğinde Süleyman Şah türbesinin eski yerine tekrar taşınacağından şüphem yok.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.