Cami mimarı nasıl olmalı?

Türkiye’de son yüzyılda binlerce cami yapıldı. Bunların çoğu estetik bakımından zevksizdir. Bunun sebepleri konusunda mimar Aydın Yüksel’le konuştum. Yakında bir kitap olarak çıkacak. Aydın Hoca’nın görüşlerinden bir bölüm sunuyorum:

Türk mîmari geleneği maalesef kaybolmuştur. Bugünün Türk-müslüman halkı ne yapsın! Etrafına bakıyor büyük âbidevî dinî yapılar görüyor. Çocukluğundan beri câmi denilince kubbe ve minare onun için bir sembol olmuş. Başka türlü düşünemiyor, Kendi açısından haklıdır. Usta ve kalfaların yeterli teknik bilgileri olmadığı için ortaya kötü bir taklit çıkıyor.

Mimarlarımız da bilgisiz. İstanbul’daki tahsil hayatı boyunca bırakın Süleymâniye câmiini, basit bir mescidi bile görmemiş olanlar vardır. Zira, zihniyet olarak pencerelerimiz Batıya açıktır ve şartlanmışızdır. Literatüre geçen Batı kökenli ve yeni olan her şeyin mükemmel olduğu zihnimize yerleşmiştir. İşte bu tip mîmarlarla yapabildiği budur.

MUSİKİ VE MİMARİ İLGİSİ

Çare nedir: Günümüz mîmarlarına klasik millî mîmarimizin bilgisinin verilmesi lâzım. Kendi sanatımızı tanımak gerek. Sonrası şu: Çağının kültürüyle eski kültürü birleştirerek ortaya yeni yorumlar çıkarılır. Günümüzün sanatkârının bir İngiliz çocuğunun Shakespeare’i okuduğu gibi, Fuzûli’yi, Bakî’yi okuması, anlaması gerekir. Klasik mûsikî, dünkü güzellikleri yaratan kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Beethoven’i bir batılı nasıl dinleyip özümsüyorsa, bizim de Itrî’yi aynı şekilde ele almamız ve dünkü güzellikleri meydana getiren ruh yüksekliğine kavuşmamız lâzımdır. Güzel sanatlar bir bütündür. Şiir ve musiki bilgisi estetik zevki geliştirir. İyi bir mimar böyle olur.

 

Nisbetsiz câmiler yaygınlaştı. Neden? Artık kültür ve zevk buhranı var. Eski geleneğe ve âdâba göre bir câminin iki minareli ve bir minarede iki şerefe bulunması, ancak onun padişah, şehzade veya sultanlardan biri tarafından yaptırılmış olmasını icabettirirdi. Bunlar Selâtin câmileridir. Sadrazam dahi buna cüret edemezdi. Artık minareler alabildiğine yükselmekte, şerefeler çoğalmaktadır. Maalesef binanın kütlesiyle minarenin nisbetleri arasında büyük bir uygunsuzluk var.

TEMELİ TAKVA OLAN

Aydın Hocamız bu arada mimarinin ruhundan söz etti ve bir Kur’an ayetine atıfta bulundu. “Kur’an-ı Kerim’de ‘Temeli takvâ ile atılmış mescit..’ diye bir ayet var; Kuba Mescidiyle ilgili ayet. İşte o “temeli takvâ ile atılmış” ifâdesi var ya, bu müthiş bir kelâm. İçine girince bu ruh sanki zuhur ediyor.”

Mîmârî eserlerimizdeki bu derûnî tarafı Tanpınar da fark etmiştir. Beş Şehir kitabında şöyle der: “Cedlerimiz inşâ etmiyorlar, ibâdet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve îmanları vardı. Taş ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini hepsi (Bursa’da) Yeşil’de dua eder, Muradiye’de düşünür ve Yıldırım’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler. Hepsinde tek bir ruh terennüm eder.”

Bu ruh ve anlayışa sahip mimarlara muhtacız.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.