Prof. Dr. Mehmet Demirci
DOST İNSAN
Cemal Sofuoğlu (1941-2013) ismiyle ilk defa ne zaman karşılaştığımı tam hatırlamıyorum. Muhtemelen, bir arkadaşıyla beraber hazırladığı Tecrîd-i Sarih Tercümesi Kılavuzu adlı kitapta olabilir.[i]
Adını unutmamak üzere ilk duyuşumun hikâyesi şöyle: 1970 sonları ve 1980 başlarında İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencileri arasında, ülkücü-akıncı sürtüşmeleri eksik olmazdı. Temiz, saf bir Anadolu çocuğu olan Hasan Ali Büker, milliyetçi duyguları kuvvetli bir öğrencimizdi. Bu konularla doğrudan fazla ilgim olmamasına rağmen, her nasılsa Hasan Ali ile birkaç defa görüşmüşlüğüm oldu. Ona göre karşıt görüşlü bazı öğrencilerin aşırı davranışlarından şikâyetini dile getirince kendisine sordum: “Nasıl oldu da sen milliyetçi duygulara sâhip oldun, bu virüsü nereden kaptın?” dedim. Demirci İmam-Hatip Lisesi’nde Cemal Sofuoğlu adlı hocanın etkisi altında kaldığını söyledi. Galiba biraz akrabalıkları varmış.
Cemal Sofuğlu ile yüz yüze Ankara’da karşılaştığımı hatırlıyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı, İlâhiyat Fakültesi elemanlarını yabancı dil doçentlik sınavına hazırlamak üzere Ankara’da bir lisan kursu açmıştı. Mehmet Şeker’le C. Sofuoğlu eski ahbap oldukları için, İzmir’den giden arkadaşlar arasına zaman zaman o da katılırdı. O günlerden kendisini güler yüzü ve hoş sohbetiyle hatırlıyorum.
Sofuoğlu 1985 yılında doçent olarak İzmir İlâhiyat Fakültesi’ne geldi. Dekanımız Prof. Ethem Ruhi Fığlalı ile iyi anlaştıkları için, onun ısrarıyla bu yeni görevi kabul etmişti.
Ben 1970’ten beri İzmir’de idim. Önceden muârefemiz olmamasına rağmen C. Sofuoğlu ile çabuk anlaştık ve kaynaştık. Sevecen, açık sözlü, dost canlısı bir insandı. Sözünü esirgemez, haksızlığa ve yanlışlığa tahammül edemez, dobra dobra konuşurdu. Bu yüzden seveni çok olduğu gibi kendisine kızanlar da vardı.
Neden anlaştık ve birbirimizi sevdik? Geriye dönüp bakınca şu gibi sâikler hatırıma geliyor: Millî duyarlık bizi yaklaştıran bir sebepti. Bu ortak bağa ilâveten; edebiyattan, şiirden, mûsikîden, güzel sanatlardan, hat eserlerinden zevk alma, okuduğumuz romanlar üzerine konuşmalar dostluğumuzu pekiştiren asıl sebeplerdir diyebilirim.
PROJE ADAMI
Cemal Sofuoğlu aktif ve dinamik bir insandı, proje adamıydı. Yeni bir eseri çıkan, farklı fikirleri olan kimseleri, sohbet etmek veya konferans vermek üzere Fakültemize çağırırdı. Yeni ve farklı görüşlerin tartışılmasını, konuşulmasını sağlardı. Bu vesileyle çeşitli insanları tanıma imkânı bulduk. İzmir dışından gelenlerin yol ve otel masraflarını, zaman zaman kısmen veya tamamen kendisinin karşıladığını sanıyorum.
Esasen cömert yaratılışlı idi, gönlü ve kesesi açıktı. Bir hat veya tezhip sergisine gitmişse, sembolik de olsa oradan bir eser satın alırdı. Böylece sanatkârı teşvik etmiş olurdu.
İzmir’de yayıncı bir dostu vardı. Din Kültürü kitapları furyası sırasında, bir kitap hazırlanıp o yayınevinin basması söz konusuydu. Teklif Cemal Bey’den mi, yayıncıdan mı geldi hatırlamıyorum. Her neyse, bana da kitaptan bazı bölümler düştü, hazırladık, fakat ne olduysa basımı gerçekleşmedi.
Sanırım o sıralarda hatırımıza geldi; mevcut ilmihal kitapları çok kuru ve soğuk, şöyle basit bir ilmihal kitabı yazsak, ibadetleri anlatırken onların sadece şeklini değil de derûnî yönlerini, iç anlamlarını, insanın rûhî hayatında hâsıl etmesi gereken manevî zevk yönünü de verebilsek. Fikir ikimizin de hoşumuza gitti. Ben iç anlamları yazacaktım Cemal Bey de ibadetlerin şeklini anlatacaktı.
Bunun üzerine hayli emek vererek bir şeyler yazdım. Ama nedense proje gerçekleşmedi. Daha sonra biraz daha geliştirerek yazdıklarımı “İbâdetlerin İç Anlamı” adlı uzunca bir makale haline getirdim, topluca Tasavvuf Dergisi’nde basıldı. Parça parça yani, Abdestin. Namazın, Orucun İç Anlamı başlıklarıyla Altınoluk Dergisi’nde çıktı. Oradan birçok internet sitesi alıp yayımladı. Söz konus makale ana gövdeyi teşkil etmek üzere, daha sonra “İbâdetlerin İç Anlamı” isimli kitabım çıktı.
KAZAKİSTAN’DA
Cemal Bey Türkiye’nin pek çok yerine çeşitli vesilelerle gitti. Gezmeyi, görmeyi severdi, görevle gitmediği yerleri kendi imkânlarıyla dolaştı. Eşi de kendisine refâkat ederdi. Vefatından sonraki günlerde, bu durumunu çok akdir ettiğimi Nermin Hanım’a ifade edince, o da memnuniyetle şöyle demişti: “Haydi hanım şuraya gidiyoruz, deyince hiç bekletmeksizin, tamam der ve hemen ayakkabılarımı giyerdim.”
İlâhiyat Meslek Yüksek Okulu müdürlüğünde birbirimizle halef-selef olduk. O Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi’ne gidince ben müdür oldum. Fakat fazla kalamadı, sanırım üç ay sonra döndü. Onun gittiği sırada Üniversite’nin bulunduğu Türkistan (eski adıyla Yesi) şehrinde, bir yabancı için temizlik, barınma ve yemek konusunda çok ciddî sıkıntılar vardı. Ayrıca orada umduğu ortamı ve imkânı da bulamamıştı. O sırada Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti başkanı olan Namık Kemal Zeybek’e de istediklerini yaptıramadı ve dönmeye mecbur kaldı. Bir yıl sonra aynı yere ben gittim. Şartlar kısmen düzelmişti, onun tavsiyeleri çok işime yaradı. Buna rağmen ben de ancak altı ay dayanabildim ve erken döndüm.
*
İzmir İlâhiyat Fakültesi dekanı Prof. Mehmet Aydın milletvekili ve Devlet bakanı olup Diyanet İşleri Başkanlığı ona bağlanmıştı. Cemal Sofuoğlu, bu eski dostundan Diyanet Başkanlığı için teklif gelebilir ümîdinde idi. Ama böyle bir teklif gelmedi. C. Sofuoğlu açık sözlü, genel-geçer anlayışı sorgulayan biriydi. Diyanetteki mevcut statüko, yerleşik kanaatler, Cemal Hoca’nın bu tavrını kaldıramayabilirdi. Mehmet Aydın Bey’in böyle düşünmüş olacağını tahmin ediyorum. Neticede kanaatime göre ikisi de kendince haklıydı.
FARKLI İLÂHİYATÇI
Cemal Sofuoğlu İzmir Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda hâfızlık öğrenimi görmüştü. Kestanepazarı, bu alanda en eski kurumlardan biridir. Birçok öğrenci yetiştirmiştir. Mensuplarında bir âidiyet bağı vardır. Şaka yollu orası için “Kestane Üniversitesi” dedikleri de olur. Cemal Bey İzmir’e geldikten bir süre sonra Kestane Pazarı Derneği’nin yayın organı olan Fidan” dergisinin yönetim sorumluluğunu üstlendi. Ne de olsa yazıp çizmekle matbuat hayatıyla ünsiyeti vardı. Fidan dergisini, daha iyi bir noktaya getirmek için çaba harcadı, esasen yayıncılık işini severdi. Benden de yazı istedi, birkaç makale verdim. Nasıl oldu bilmiyorum, sanırım mevcut dernek yönetimi, Cemal Sofuoğlu’nun çizgisinden memnun kalmamış olmalı ki, dergideki görevini bıraktı. Vefatı dolayısıyla Yeni Asır gazetesinde yazdığım gibi o “Farklı Bir İlâhiyatçı” idi. Geleneksel ve statükocu anlayış sahipleri, onu olduğu gibi kabul edip benimsemekte hep zorlandı.
ŞİİR SEVGİSİ
Şiiri severdi, halk türkülerinin sözlerindeki derin hikmeti yakalamayı bilirdi ve buna hayrandı. Yaşayan şair ve sanatkârlarla bir yolunu bulup tanışırdı. Sevdiği ve görüştüğü şâirlerden biri de Feyzi Halıcı idi. Benden birkaç defa onun “Dinle Neyden” adlı kitabını emanet olarak aldı. F. Halıcı’nın “Dua” şiiirni çok beğenir ve okurdu:
Dua
Yükselir semaya doğru ellerim
Mavi gecelerin seher vaktinde
Hakka kanat açar hep ellerim
Mavi gecelerin seher vaktinde
Kaybolur kederim kaybolur ahım
Gözümden yaş olur akar günahım
Bana daha yakın olur Allahım
Mavi gecelerin seher vaktinde
Bakışlarım yanar yanar tutuşur
Parlarken semada bir ilahi nur
Gönlüm dile gelir, gönlüm konuşur
Mavi gecelerin seher vaktinde
Bir ince duyarlık, içten mutluluk
Gönüller niyazda, ne ses ne soluk
Başlar Hak katına kutsal yolculuk
Mavi gecelerin seher vaktinde
Bir uhrevi his var mı ki dünyada
Bulunsun tadı bir ulvi duada
Ne güzel Allahı getirmek, yâda
Mavi gecelerin seher vaktinde…
KUR’AN’DIR BU
Turan Oflazoğlu’nun çok değerli tiyatro eserleri vardır. “IV. Murat” piyesinde “Kur’an’dır bu” diye başlayan bir bölüm yer alır:
Kur’andır bu!
Her karanlığı aydınlatandır bu!
Bütün sözlere, bütün eylemlere hâkandır bu!
Kur’andır bu!
Yerin göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu!
Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu!
Kur’andır bu!
O doğmayan ve doğrulmayanın ağzından,
Doğrudan doğruya O’nun ağzından konuşandır bu!
O ki yerde insanların yürek vuruşunu ayarlayandır,
Gökte yıldızların dönüşünü sağlayandır.
O’nun ağzından konuşandır bu!
Kur’andır bu!
Bu piyesi seyrederken Cemal Bey çok duygulanır. Fikr-i tâkip sâhibi olduğu için sorup soruşturarak sonunda Turan Oflazoğlu ile görüşür, takdir duygularını söyler ve kendisinden hayat hikâyesinin Kur’an-ı Kerim’le ilgili kısmını dinler. Sofuoğlu yazarın sözlerinden çok etkilenir. Yeri geldikçe tiyatroda dinlediği vurgu ve ses tonuyla “Kur’andır bu!” diye tekrarlamaktan zevk alırdı. İslâm Dini Esasları kitabına da bu metni almıştı.[ii]
Şöyle bir araştırınca internette Turan Oflazoğlu’nun Kur’an’la ilgisi konusunda bilgiler yer aldığını gördüm. Meselâ şöyle denir:
Babasının hafız olması sebebiyle sürekli Kur’an-ı Kerim sesiyle muhatap olması, onun eserlerine de yansımıştı. Pek çok oyununda Kur’an’dan ayetlerin zikredildiğini görürüz. Babasını samimi bir Müslüman olarak tanımlayan Oflazoğlu, küçük yaşta evlerinde okunan Kur’an-ı Kerim’deki mûsikiden tiyatro yazarlığı hayatında istifade etmişti. Onun, IV. Murat oyununda isyancılara karşı Kur’an-ı Kerim’i alarak yaptığı konuşma, Rahman suresindeki ‘ân’ sesinin tekrarına dayanıyordu. (Mostar dergisi sayı: 81)[iii]
Bu değerli tiyatro yazarımız kendisi için yapılan bir anma toplantısının sonunda söz alır, salondakilerin sorması üzerine çocukluğundaki bir rüyasını ve sonrasını anlatır:
Turan Oflazoğlu altı yaşındadır, babası Adana’da bir köyde imamdır. Bu küçük çocuk rüyasında birinin kendisine: “Buradan Abdülkadir Geylânî geçti” diye seslendiğini duyar. Babasına bu rüyayı anlatır. Bunun üzerine babası, artık zamanı geldi, diyerek, henüz ilkokula başlamamış olan Oflazoğlu’na Kur’an-ı Kerim okumasını öğretmeye başlar. Böylece Kur’an, yazarımızın ilk okuduğu kitap olmuştur.[iv]
*
Yılmaz Karakoyunlu’nun Serçe Kuşun Sonbaharı (Şeyh Bedreddin: Din Adamı, İsyancı ve Aşık) adlı tarihi romanı çıkınca, bu konuda sohbet etmek üzere kendisini İlahiyat Fakültesi’ne davet eder. Sanırım o günlerde İzmir dışında olduğum için ben katılamadım. Kitabı okumam için ısrar etti ve emanet olarak verdi. Niyeti, oradaki fikirlerin tahlîli ve Karakoyunlu’yu bir kere daha çağırıp konuşmak ve tartışmak idi. Nedense mümkün olmadı. Esasen ben de söz konusu kitapta roman örgüsü ve hayal unsurlarının ağır bastığı ve fikri yönünün daha hafif kaldığı şeklinde bir izlenim uyanmıştı ve bunu Cemal Beye ifade etmiştim.
KUR’AN ARKEOLOJİSİ
Cemal Bey’in son yıllarda heyecanla ve zevkle üzerinde çalıştığı konu Kur’an Meâli idi. Prof. Abdülkadir Şener ve Prof. Mustafa Yıldırım ile birlikte hazırladılar. Bildiğim kadarıyla bunlardan birincisi mâlûmat yönünden, ikincisi kaynakların araştırılması ve bilgisayar geçirme bakımından katkı sağladı. Ama işe süreklilik kazandıran ve motor gücü durumunda olan C. Sofuoğlu idi.
Sonunda “Yüce Kur’an Açıklamalı-Yorumlu Meâli” isimli değerli bir eser ortaya çıkmış oldu.
Hafta sonlarını bu iş için genellikle Fakültede geçirirdi. Pazartesi günü karşılaştığımız zaman bazen şaka yollu takılırdım: “Nasıl gidiyor, imanda sarsıntı oldu mu gene, yoksa sağlamca yerinde duruyor mu?” Bunun mânâsı şu idi: Kur’an-ı Kerîm’i anlama konusuna daha derin eğilince, bazı âyetleri ve olayları beşer aklına göre kavrama zorluğu doğmuştu. Bir kısım tartışmalı konularda nasıl bir ifâde kullanmak gerektiği hususunda zorluklar çıkıyordu. Benim soruma, her zamanki gibi bütün yüzünü ve gözlerini kaplayan sıcak gülüşüyle, gene şaka üslûbuyla cevap verirdi: “İmânın arada sarsıldığı, gelip gittiği oluyorsa da, hamdolsun yerine dönüyor, sağlam bir şekilde duruyor.”
Merak ettiği konuların başında Kur’an’daki târîhe âit konularla, bilinen târihî mâlûmat ve özellikle arkeolojik verilerin ne ölçüde bağdaştığı idi. bu konuda ne bulursa ve duyarsa okur ve tâkip ederdi. Meselâ Gaziantep’ten Doç Dr. Eyüp Ay isimli arkeoloji uzmanını konferansa çağırdı, dinledik. Nuh Tûfanının jeolojik ve arkeolojik bulgularla uyuşan ve uyuşmayan yönlerini anlatmıştı.
Ayvalık Alibey (Cunda) adasında açılan bir yaz okulunda her yıl Osmanlıca dersleri verilmektedir. Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü ile Koç Üniversitesi Sevgi-Doğan Gönül Osmanlı Araştırmaları Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen bu programda Prof. Dr. Gönül Tekin görev almaktadır. Gönül Tekin Harvard Üniversitesi’den emekli bir Türk Edebiyatı profesörü olup mitolojiyi iyi bilen değerli bir bilim insanıdır.
Bu bilgiyi edinen C. Sofuoğlu vefatından birkaç gün önce randevu alıp Gönül Tekin ile konuşmak üzere Ayvalık’a gitmişti. Kur’an’da geçen tarihî olaylarla kadîm kültürlerin ve mitolojik bilgilerin ne ölçüde uyuştuğunu merak ederdi. İkisinin o gün neler konuştuğunu maalesef öğrenemedik, çünkü hemen akabinde vefat etti.
Konunun tâkipçisi olan Prof. Mustafa Yıldırım, daha sonra Gönül Hanım’la birkaç defa görüşmüş, neler konuştuklarını o da hatırlamamış. Belki de Hz. Musa’nın asâsı, onun yılana dönüşmesi, bu olayın kadîm kültürlerdeki karşılığının neler olduğu veya benzeri başka konular üzerinde konuşmuşlardı.
Cemal Sofuoğlu değerli çalışma ve kitaplara imza attı. Onun, hâli tavrıyla, sevecenliğiyle, bitip tükenmez merâkı ve enerjisiyle, üslûbuyla derin iz bırakanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Samîmî bir mü’mindi, o bakımdan cennet ehlinden olduğunu ümîdindeyim. Rûhunun şâd ve mânevî makamının Hak katında daha yücelerde, a’lây-ı ılliyyînde olmasını niyaz ederim.
DİPNOTLAR
Bir yanıt bırakın