HÂFIZ FAHRİ KANEL’İN HATIRLATTIKLARI

HÂFIZ FAHRİ KANEL’İN HATIRLATTIKLARI

Prof. Dr. Mehmet Demirci

Mûsıkî, sesler arasındaki âhengi yakalayan bir güzelliğin aracıdır. Notalar sâbittir, onların çeşitli şekillerde tanzîmi ve o sırada uyum güzelliğini bulabilmek bir hünerdir. Bunu duyan ve duyuran bestekârdır; onun işi, bir bakıma kesrette vahdeti görmek ve göstermektir.

Müziğin her türü bir duygu terennümüdür. Tasavvuf mûsıkîsinin yeri ise bir başkadır. İnsanı ötelere, ulvî dünyâlara alıp götürür. Dinî mûsıkîmiz sâde fakat etkilidir. İyi icrâ edilen yanık bir ilâhi, korodan dinlenen bir tekbir, bir salât-ı ümmiye insanı âdetâ kanatlandırır. Çokluktaki birliği somutlaştırır. Yahya Kemal’e “Nice bin dalgalı tekbîr, oluyor tek bir ses” dedirtir.

Duyguları bizim mûsıkîmiz kadar derinlikle ifade eden, insanı kanatlandıran, yücelten bir başka mûsıkî var mıdır bilemiyorum!

MUSİKİ VE DİN

Bizim mûsıkîmiz dinle iç içedir. Klasik dönem bestekârlarımızın pek çoğu hâfızdır, câmi görevlisidir, imamdır, müezzindir. Osmanlı sarayında imamlık ve müezzinlik devlet protokolünde önemli mevkîlerdir. Bu görevlerde bulunanlar devrin en iyi mûsıkî üstatlarıdır. Son dönem bestekârlarımızdan Rakım Elkutlu, 50 yıl İzmir Hisar Câmii imamlığında bulunmuştur. Onun hocası Tanbûrî Ali Efendi de sarayda müezzinlik ve imamlık yapmıştır. Bunlar aynı zamanda Kur’ân-ı Kerim tilâvetinde önde gelen kimselerdir.

Râkım Elkutlu (1868-1948) her şeyden önce bir din görevlisidir, Hisar Câmii imam-hatibidir, yani “Râkım Hoca”dır, bu hüviyetiyle tanınmaktadır. Aynı zamanda yüksek seviyede mûsikîyle meşgul olmaktadır, câmiden çıkıp mûsikî meclislerine gidebilmektedir.

Bu neyi gösterir? Dinle sanatın iç içe olduğunu gösterir. Din bütün toplumlarda güzel sanatların, özellikle mûsikînin temel kaynaklarından biridir. Din görevlisi olarak Râkım Elkutlu tek örnek değildir. Meşhur mûsikî adamlarımızdan Sâdettin Kaynak (1895-1961) da bir din görevlisidir. Selimiye ve Sultanahmet câmilerinde imam-hatiplik yapmıştır. Manisa müftüsü Alim Efendi (1875-1930) meşhur bestekârlarımızdan biridir. Sanat duygulara hitap eder. Dinde de duygu dünyâsının mühim yeri vardır.

İSTANBUL TAVRI

Bu silsilenin günümüzdeki temsilcilerinden biri Hâfız Fahri Kanel’dir. Kendisi Hasan Akkuş’un talebesidir ve İstanbul ağızıyla Kur’ân okur. Ne demek İstanbul ağzı?

İstanbul bizim medeniyetimizin merkezi, beşiği, gelişip boy attığı yerdir. En güzel Türkçe İstanbul Türkçesidir. Her şeyin en kalitelisi İstanbul’da bulunur. Bozulmazdan önceki devirlerde İstanbul zarâfetin, ince zevkin, güzelliğin merkezi idi.

Bunun Kur’ân tilâvetine de yansıması gayet tabiidir. Değerli hâfızların mûsıkî bilgisi olduğundan bu özelliklerini Kur’ân’ın vakarına uygun şekilde tilâvete de yansıttılar. Böylece sâde, zarif, vakur bir Kur’ân okuyuş tarzı ortaya çıktı. Hattâ İstanbul’da Üsküdar tavrı denen bir okuyuş tarzı bile doğdu.

Bu tavrın bir temsilcisi Yeraltı Caâmii imamı Şeyh’ül Kurrâ Merhum Ali Üsküdarlı İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde hocam oldu, kendisini sabah kadar dinleseniz bıkmazdınız, öylesine rahat bir okuyuş tarzı vardı.

TİLÂVETTE ARABESK

Milletimizin pek çok meziyeti yanında maalesef başkasına özenme gibi bir kötü huyu var. Her milletin müziği kendine aittir. Karşılıklı etkileşme, aslını dejenere edecek noktaya gelirse son derece zararlıdır. Bunun bir örneğini arabesk müzikte gördük. Bir zamanlar Mısır filmlerinin etkisiyle bizde arabesk modası başladı. Birçok kabiliyetli insanımız kendini bu furyaya kaptırdı. Türk mûsıkîsi bundan zarar gördü.

Bu konuda “efendim halk istiyor, halk seviyor” mârzereti geçerli olamaz. Halka neyi verirseniz onu alır. Sanatın ve sanatkârın bir görevi de halkın zevklerini geliştirmek ve inceltmektir. Halk seviyor diye ağlak, hüzünlü Arap melodileriyle mûsıkîmizin değer kaybına uğraması üzücüdür.

Arabesk tarzı maalesef Kur’an okuyuşumuzu da etkiledi. Hele son yıllarda televizyon ve ses kayıt cihazlarının yaygınlaşmasıyla hâfızlarımızda, Kahire ağzıyla ve Arap tarzı Kur’an okuma furyası aldı başını gidiyor.

Hâfız kardeşimizde Allah vergisi ses var. Bir parça mûsıkî eğitimi görse eski İtanbul ağzıyla okuyan hocalardan ders alsa ne kadar güzel Kur’an okuyacak. Ama hayır, o işin kolayına kaçıyor. Kulaktan dinlediği kadarıyla Arap tarzı Kur’an okumayı mârifet sayıyor. Pesten sonra ânîden tize çıkarak ses hüneri gösterdiğini sanıyor.

Oysa her taş yerinde ağırdır. Kahire radyosundan Kur’an dinlemekten hoşlanabiliriz, ama bizim onu taklit etmeye kalkmamız ve kendimize has okuma üslûbunu kaybetmemiz hiç hoş değil. Biz kendi geleneğimizi devam ettirmeliyiz. Böylece tek tipleşme önlenir. Çeşitlilik zenginliktir.

Maalesef gittikçe kendi Kur’an tilâveti tavrımızı kaybediyoruz. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın bazı Kur’an okuma kayıtları var. Bunlar youtube’da bulunabilir. Rahat dinlendirici ve huzur vericidir. Hazin olanı şu ki, Cumhurbaşkanlığı Külliyesine imam olarak seçtiği kişi, en koyu tarzda Arap ağzıyla Kur’an okumaktadır. Bu ne yaman çelişki!

TANIŞMAM

Bu mevzûlarda dertli olduğum için sözü biraz uzattım. Hâfız Fahri Kanel ile ilk defa nerede nasıl karşılaştığımı tam hatırlayamıyorum. Muhabbetimizin artmasına vesîle olan hâdise şudur:

90’lı yıllarda Birgi’de bir Kadir Gecesinde berâber olmuştuk. Birgi güzel bir beldemiz. İmam Birgivî’nin kabri önemli bir ziyâret yeri. Oraya çevreden pek çok ziyâretçi gelir. Özellikle kandil gecelerinde dolup taşar. Bu mekânla ilgili birçok halk inanışı oluşmuştur.

Ödemişli Çerkes İbrahim(Çiftçi) oraya ziyâretçilerin ihtiyâcını karşılamak üzere, çeşitli müştemilâtı olan bir mescid yaptırdı. Bu tesislerin açılışı bir Kadir Gecesine denk getirildi. Beni merhum neyzen Hâfız Arif Biçer çağırmıştı. Akşam buranın mescidinde ben kısa bir konuşma yaptım. Hüseyin Köroğlu’nun müezzinliğiyle Enderun usûlü terâvih kılındı. Hâfız Fahri Bey ve ekibi mevlid okudu. İlâhîler söylediler. Zevkli ve rûhâniyetli bir gece geçirdik.

O gün neler söylediğimi şimdi hatırlamıyorum. Konuşmadaki fikirlerim Hâfız Fahri Bey’in çok hoşuna gitmiş, bana teşekkür etti. Demek ki frekanslarımız tutmuş. Boşuna dememişler: “Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil.” Daha sonra ortak tanıdıklarla hep selâm gönderdi. Karşılaşmalarımızda muhabbet tâzeledik.

BİRGİVÎ’NİN KADERİ

Yeri gelmişken İmam Birgivî hakkında eski bir tebliğimden bazı alıntılar yapacağım:

Birgivî, mûsikî ve semâ konusunda oldukça katı bir tavra sahiptir. Ona göre “tegannî” yani mûsıkî ile söyleme bütün dinlerde haramdır. Keza “lâhin” yani nağmeli okuyuş icmâ ile haramdır. Okuyuştaki ses ve nağme güzelliği için takdir hislerini belli etmek, hatip ve müezzinlerin nağmeli tarzdaki tasliye ve tardiyelerini dinlemek de doğru değildir.

Birgivî Mehmed Efendi (1523-1573) değerli bir din bilgini ve iyi niyetli bir kimse olmakla beraber, daha çok gündelik pratik konulara takılıp kalmıştır. Bid’at kabul ettiği bâzı dinî ve tasavvufî uygulamalara karşı çıkışında ve bu hususta benimsediği üslûpta isâbetli davrandığı söylenemez. Bunun sebebi, dînî ilimleri iyi bilmesine rağmen, yeterli sosyoloji ve târih kültürüne sahip olmamasıdır. Kâtip Çelebi (ö. 1659) nin ifâdesiyle “insanların örf ve âdetlerini tanımak için târih okumamış” olmasıdır.

Kâtip Çelebi şöyle der: “..teklîfi, örf ve âdete aykırı olduğundan hiç faydası olmayıp halkla başa çıkmadı. Sonra öğrencileri ve kendisine uyanların çoğu onun yolunu tuttular, bir kaç konuda ifrat ve tefrîte gittiler.” (bkz. Mîzânü’l-Hak)

Birgivî’nin halkla başa çıkamayışı asıl vefâtından sonra devam etmiş görünüyor. Onun Birgi’deki kabri ve çevresi, asırlardan beri önemli bir ziyâret yeridir. Akın akın gelen ziyâretçiler, kendisine büyük bir velîye duyulan saygıyla yaklaşmakta, ziyâret sırasında, tâlihin garip bir cilvesi olarak, Birgivî’nin hayâtı boyunca mücâdele ettiği bâzı davranış ve bid’atleri, yasaklamalara rağmen âdeta bir ibâdet huşûuyla tekrarlayıp durmaktadırlar. Bu sözlerimiz, yanlış hareketlerin tasvîbine değil, bir vâkıanın tesbîtine mâtuftur.

Bu konudaki isteklerinden sâdece biri onun arzusuna uygun şekilde devam etmiştir. Bu da kabrinin üstüne bir türbe yapılmamasıdır. Onun dışındaki her şey, katı görüşlerinin dışında cereyan etmektedir. Öyle ki kabri yakınındaki ağaçlar, bağlanan renk renk bezlerle doludur.

TAPDUK EMRE’DE KONSER

Fahri Kanel’in mûsıkîmize hizmeti ferdî planda kalmadı. Manisa Türk Tasavvuf Mûsıkîsi Mevlithanlar Derneği adıyla kurucusu olduğu çatı altında birçok hizmet verdi.

Kula’dan Manisa’ya doğru gelirken sağa bir yol sapar, Tapduk Emre türbesine ve Emre köyüne gider. Türbe önemli bir ziyâret yeridir. Her yıl çevre belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarının katkısıyla, bu türbe çevresinde bir şölen düzenlenir. Bir gün önceden kazanlar kurulur, çuval çuval ekmek, kasa kasa ayran gelir. Binlerce kişiye yemek ikram edilir. Bir panayırı andıran bu günde, insanlar kaynaşır, târihi ve mâneviyatıyla bağları güçlenir. Tapduk Emre türbesinde duâlar okunur, yakındaki yeni yapılan câmide isteyen namazını kılar. Çeşitli etkinlikler düzenlenir.

2005 senesi 28 Ağustos günü burada yapılan faaliyette bulunmuştum. Orta yere kurulmuş büyük bir platformun üzerinde bir de tasavvuf mûsıkîsi konseri verildi. Şef Hâfız Fahri Kanel idi. O tonton gövdesiyle, vakur hareketlerle korosunu yönetti. Dinleyenlere mutlu ve duygulu dakikalar yaşattı. Misâfirle arasında o sırada TBMM Başkanı olan Manisa milletvekili Bülent Arınç da vardı.

Devlet-millet kaynaşmasını sağlayan bu tür faaliyetler, Anadolu ve Balkanlar’da birçok beldede bir yatır veya türbe çevresinde her sene aynı tarihlerde tekrarlanmakta böylece tarih, kültür ve iman bağlarının güçlenmesine katkı sağlanmaktadır.

Bu vesîleyle zarif, neşeli, bulunduğu yere pozitif enerji yayan ve güzellik katan Hâfız Fahri Kanel’e sağlıklı ve uzun ömürler diliyorum.

(Manisa’da Bir Gönül İnsanı Bursalı Hâfız Fahri Kanel, hazırlayanlar: Mustafa Yıldırım-Hayrettin Çoban, İzmir, 2017, s.98-104)

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*