Geçenlerde birisi Amerika’da, bizden bir genç çocuğa şöyle demiş; Türklerde ikramcılık, misafirperverlik, sosyal yardım kurumunun olmamasından dolayı gelişmiş, teşekkül etmiş demiş. Bunu bana mektupta yazdılar, cehaletin bu kadarı affedilmez. Ben de cevap verdim. Dedim ki, yardım kurumu Türklerde belki dünya milletleri arasında en fazla gelişmiş olanıdır. Şöyle ki; bir kere sosyal yardım kurumu olarak vakıfları ele almamız başta gelir. Türk vakıfları dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar mütekamil (gelişmiş) ve teferruatlıdır. Mesela Türk vakıfları yalnız hastahane, mektep, imaret, sebil gibi hanlar gibi göze görünür noktalarda kendini göstermemiştir. Hayvan evleri gibi, kuş bakım yurtları gibi, çocuk emzirme yerleri gibi ve aynı zamanda ayni (maddi) eşya, teberru (ağış) gibi pek çok kolları olan bir teşkilat ve müessesedir.
Bundan 90-100 sene evveli yaşamış olan müderrislerden Mahmud Kamil Efendi isminde bir zat vardı. İstanbul’un renkli simalarından birisiydi. Bir gün evine giderken yaşlı bir bey, genç bir kızı kovalıyormuş. Kız koşuyor bey de arkasından ona yetişmek üzere nefes nefese gidiyormuş ve kızla beyin arasındaki mesafe çok yaklaşmış birbirine. Tam yakalayacağı zaman bir evin kapısı açılmış, bir adam dışarı fırlamış, kızla o adamın arasına girerek demiş; “Niçin bu kızı takip ediyorsun ve kovalıyorsun?” Bey de demiş ki; “Bu kız benim hizmetkarımdır. Eli çok sakar, ne bulduysa kırdı. Evimde kıymetli eşya namına hiçbir şey kalmadı. En son gene çok kıymetli bir eşyamı kırdı ve döveceğimden korkarak kaçtı. Hakikaten de yakalayıp döveceğim cezasını vereceğim” demiş.
O evinden fırlayan adam bunun üzerine demiş ki; hayır bu kızı dövemezsin çünkü ben evde hizmet eden kızların yaptığı zararları karşılamak üzere kurulmuş olan bir vakfın mütevellisi (yöneticisi)yim. Senin zararını ben ödeyeceğim. Binaenaleyh bu kıza el kaldırma. Orada o beyle kızı barıştırmış ve hakikaten de adamın zararını ödemiş. Bu kadar incelmiş olan vakıf ve sosyal yardım kurumundan haberdar olmamak hakikaten üzücü bir hadise.
BATIDA VE BİZDE TEMİZLİK
Size söylemiştim, yine böyle bir vesikada görmüştüm; bir İsviçre derebeyi bir başka İsviçre derebeyini yemeğe çağırıyor. Davetiyede bazı açıklamalar var; eti yedikten sonra kemiği fırlatıp arkaya atmak yok, ağzının yağını yenine silmek yok, tabağın içine tükürmek yok. Derebeyi bu nihayet, herhangi bir kimse değil ki. Yani krallarla omuz öpüşen adam demek derebeyi. Hatta sırasında krala kafa tutan adam. Pisliğin ve cehaletin derecesine bakın.
Üçüncü Ahmed devrinde ki artık bizim gerilememiz, adamakıllı almış yürümüş, Madam Montegue’nün mektupları var, temizliğimizi anlatıyor, İngiliz sefiresi Lady Montegue, Türk hamamlarını anlatıyor tasavvurun fevkinde bir temizlik. Bir saray görmeyi istiyor ve Hafize Sultan’ın sarayına misafir götürüyorlar. O leğenleri, ibrikleri, peşkirleri, o sarayın temizliğini söyleye söyleye bitiremiyor.
Garplı devletlerden hangi elçi gelecek olsa muhakkak hamama sokuyorlar, ondan sonra itimadnamesini vermesi için padişahın huzuruna çıkarabiliyorlar. Çünkü kokudan yanından geçilmiyor. Bir vaftiz olurken yıkanmış, bir daha vücudu su görmemiş.
(Samiha Ayverdi, Sen Onu Kaybettin kitabından)
Bir yanıt bırakın