İstiklal Marşımız 100 yaşında

12 Mart Cuma günü İstiklal Marşımızın kabul edilmesinin yüzüncü yılı idi.

Bir ölüm kalım mücadelesi demek olan İstiklal Savaşının en heyecanlı günlerinde Hamdullah Subhi (Tanrıöver), Milli Hükümetin Maarif Vekili’dir. Onun bir ideali vardır: İstiklal Savaşında duyulan heyecanı bir sanatkarı şiirleştirmesi, yalnız sonraki nesiller için değil, İstiklal Savaşı devresinde yaşayanlar için de kuvvet kaynağı olmasıdır.

Bunun için bir marş yazmak üzere duyuru yapıldı, beğenilen şiire 500 lira (Bugün 1 milyon TL) ödül verilecektir. Kısa denilebilecek bir zamanda 724 şiir geldi. Şu var ki, edebi zevki olan Hamdullah Suphi Bey, bunlardan hiçbirini yeterli görmedi.

Mehmet Akif bu yarışmaya katılmamıştır. Sebebi verilecek olan 500 lira ödülü gereksiz görmesidir. Akif’i yakından tanıyan ve çok seven Hamdullah Suphi kendisine bir mektup yazarak verilecek ödülü başka bir yere aktarabileceğini söyler ve yarışmaya katılması için ısrar etti.

Akif, bu mektubu alınca onu iki defa okudu. İstenen şiiri yazmaya karar verdi. İkamet etmekte olduğu Ankarada Taceddin dergahındaki odasına çekilerek İstiklal Marşı’nı yazdı. Jüriye gelen şiirler imzasızdır. Akif’in şiiri beğenildi.

Cepheden zafer haberleri geldiği bir gün Mecliste heyecanlı konuşmalar yapıdı. Bazı vekiller ayetler hadisler okuduar. Kesin zaferin yakın olduğu dile getirildi. Millet Meclisi kürsüsüne en sonra çıkan Maarif Vekili Akif’in yazdığı şiiri okudu. Hemen her mısra alkış tufanına tutuldu. Yapılan konuşmalara sanki şu dizeler tercüman olmaktaydı:

“Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın / Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakı.

Hoca kökenli vekillerin dilekleri sanki şu dizelerde ifade bulmuştur:

“Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli / Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli / Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O gün marş resmi olarak kabul edilmiş değildir. Oya sunularak milli marş kabul edilmesi Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1921 tarihli toplantısında vuku buldu. Finale kalmış olan şiirler arasında Akif’inki beğenildi.

Mebuslar “Maarif Vekili marşı okusun” diye bağırdılar; Hamdullah Suphi Bey, kürsüye geldi. Milletvekilleri artık onu ayakta dinlediler. Bu sırada Meclis’in içindekiler de, dinleyici localarında bulunanlar da hep Akif’i görmek istiyorlardı. Onun oturduğu sıraya baktılar, kimse onu göremedi. Heyecanından mıydı, yoksa içinden “Ne yaptım sanki” diyerek duyduğu tevazudan mı idi, bilinmez, bir süre önce salondan çıkmıştı.

Akif, kabul edilen İstiklal Marşı’na devletçe tahsis edilen 500 lirayı almadı, hayır kurumuna bağışladı. Hayatta iken basılan Safahat‘ın hiçbirine de bu marşı koymamıştı. Sebebini soranlara: “O, benim değil ki memleketimindir!” derdi. Ankara’da yağmurlu havalarda, Akif bazeVeteriner Şefik Beyin muşambasını (naylon pardesü) giyerek Meclise giderdi. Şefik Bey onun bu halini görmüştü de: “Akif Bey, şu ödülü reddetmeyip te kendine bir muşamba veya palto alsaydın daha iyi olmaz mıydı?” deyince; onun bu sözüne yalnız cevap vermemekle kalmadı, iki ay onunla konuşmadı. Beni neye anlamıyorlar, diye üzüldü.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.