Mutlu aldanışlar

Arjantinli ünlü golfçü Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, onun başarısını kutladıktan sonra, çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu, hastane masraflarını ödeyemediğini söyledi.
Kadının anlattığı öykü, De Vincenzo’yu çok etkilemişti. Cebinden bir kalem çıkarttı yüklüce bir çek yazdı. Çeki kadının eline sıkıştırırken de: “Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın” dedi.
Ertesi hafta kulüpte Golf Derneği’nin bir görevlisi yanına geldi: “Otoparktaki vazifeli çocuklar, geçen hafta yanına bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunu söylediler” dedi.
De Vincenzo evet, anlamında başını salladı. Görevli: “O kadın bir sahtekardır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Seni fena halde kandırmış!” De Vincenzo: “Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?” dedi. “Hayır, yok” dedi görevli.
Vincenzo gözleri dolarak: “İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber” dedi.
Aynı pencereden dışarı bakan iki adamdan biri, sokaktaki çamuru, diğeri ise gökteki yıldızları görür… (Avucunuzdaki Kelebek, 38)

ALDANMANIN ZEVKİ
1- Kandırılmak, göz göre göre enayi durumuna düşmek pek hoşumuza gitmez. Aslında kandıran kendini kandırmış olur. Yüksek ruhlu, zengin gönüllü olgun kimseler bu konuda farklı düşünürler: Tipik bir örnek: Yakınları, Kenan Rifai’ye şöyle söyler:
– Efendim falan kimsenin beyan ettiği mazereti daima kabul edip, hep anlayışla karşılıyorsunuz! Cevaba bakınız: “Ben, beni aldatmak isteyen kimselere karşı aldanmış gibi görünürüm. Onların da zevklerini okşamak için.”
Belki bu kadarı ileri bir anlayışın eseridir. Ama kızıp öfkelenmekten daha iyidir. Yunus Emre de böyle düşünür. Diyor ki: Bana zehir sunanın yemeği bal ve şeker olsun. Bana taş atana karşı güller saçılsın: “Bana ağu sunan kişi şehd ü şeker olsun aşı/ Gelsin kolay cümle işi eli erer olsun ana/ Önümce kuyu kazanı. Hak tahtın ağdırsın onu/ Ardımca taşlar atana güller nisar olsun ana.”
2- A.Ş. İzgören’den özetle: Güvenpark’ın arasındaki yolda şişe dibi gözlüklü bir adam. Elinde bir şeyler var ve onları satıyor. Muhtemelen gözleri görmeyecek kadar kötü; ama bastonu arkaya saklamış. İlerledim, ama aklımda hep o adamın gözleri. Geri dönüp yaklaştım: “Merhaba, ne satıyorsun birader?”
– Ağabey, çay süzgeci. Demliğin içine yapıştırıyorsun, hiç süzgeç kullanmaya gerek kalmıyor.
– Kaç lira tanesi?
– 5 lira.
– Ben aylardır bunlardan arıyordum, çok ucuzmuş, ver hepsini alıyorum.
Cebimi çay süzgeçleriyle doldurdum. Eve gelince masanın üstüne süzgeçleri koydum, eşim sordu: “Şerif, bunlar ne?”
– Çay süzgeciii…
– Ya, sen hayatında çay içmezsin, niye aldın bu kadar süzgeci?
Özürlü bir satıcıyı memnun etmek için aldığımı o sırada söyleyemedim, sonra anlattım.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.