Veli mi deli mi?

Kamil Uğurlu’nun son okuduğum kitabı “Eskişehir Şehrengizi” adını taşıyor (TEDEV yayını, 2018). Kamil Bey‘in Konya, Karaman, ve Maraş Şehrengizi adlı kitapları da var. Ona göre “şehrengiz, şehrin ruhunu keşfetmeye çıkan bir çalışma” demektir.

Kitapta Eskişhir’in pek bilinmeyen bazı yönleri hoş ve sanatlı bir üslupla anlatılır. Eserden “Emin Hoca” başlıklı bölümü kısaltarak aktarıyorum:

O orta boylarda, eli-ayağı temiz, sakalına sık müdahale etmeyen azizdi. Az konuşurdu, az gülen bir kişiydi. Herkesle ahbaplık etmezdi. Aşırı ciddi tavrı yüzünden, onun hitabettiği kişi bunu bir lütuf bilirdi.

Her toplumda bulunan ve deli mi yoksa veli mi olduğuna karar verilemeyen insanlardan biriydi. Eskişehir esnafı onun veliliğine karar vermişti ve onu uğur sayardı. Taşbaşı’ndaki esnaflar sıkıntılı günlerde onun yolunu gözler, bir çay içimi dükkanlarını şereflendirmesini isterlerdi. Ama o, milleti başıyla selamlar kendine atılan lafları duymazdan gelir, Çarşı Camiine doğru, pardesü mü palto mu belli olmayan garip ceketini havalandırarak yürürdü. Onun girip çay içmeyi kabul ettiği dükkanın bereketi mutlaka artardı.

***

Emin Hoca ile ilgili kimse pek bir şey bilmezdi, hakkında efsaneler dönerdi. Hac zamanı onu Mekkede gören, Medine’de Mescid-i Nebi’de onunla aynı safta namaz kıldığını iddia eden Eskişehirliler vardı. Bunlar kendisine söylenince o, hafifçe gülümser, sözü derhal başka yöne kaydırırdı. Onun bu hali sırrını açık etmek istemediğine yorulurdu.

Emin Hoca bazen bir esnafın kapısından içeri girer, bir sandalyeye ilişir, dükkan sahibinin söylediği çaya itiraz etmezdi. Bu iyiye işaret sayılırdı. Çay gelinceye kadar o, amacını çoktan anlatmış olurdu. Maksadını kısa ve net anlatırdı. “Ahmet efendi, senin bugün on lira vermekliğin gerekiyor.” Bunun sebebi sorulmazdı. Çünkü Emin Hoca bu talebini hemen geri çekebilirdi. İstediği miktar hemen verilirdi. O, çayını içtikten sonra kısacak bir duada, bir hayır temennisinde bulunur ve dükkanı terk ederdi.

İlginç bir durumdur; onun bir dükkana girip çay içtiğini gören el arabalı hamal hemen ona yaklaşır: “…geleyim mi hoca amca?” diye sorardı. O tarihlerde çarşıda, her sokağın başında, önlerinde el arabaları olan hamallar bulunurdu.

*

El arabalı hamal ve Emin Hoca, toptan satış yapan dükkanlara yönelirler, o zaman iyi para olan on lira son kuruşuna kadar harcanır ve Odunpazarı’nın arkalarına doğru önde Emin Hoca, arkada tepeleme dolu arabasıyla hamal yol alırlardı. Bazen bir evin önünde durulur, arabadan aldığı bazı maddeleri Emin Hoca kapının eşiğine koyar, kapıyı hafifçe tıklatır, oradan başka bir sokağa, sanki önceden tespit edilmiş başka bir ailenin kapısına geçerdi. Kapısına dünyalık bırakılan evler, bu durumu, içinde övünmeye benzer kelimelerle komşuya anlatır, onun hayret ve kıskançlığını tahrik ederlerdi. “Emin Hoca üç okka pirinç bırakmış kapıya, üç ay oldu bitmiyor mübarek, şu berekete bak!” derlerdi.

Emin Hocanın durumu Eskişehirlilere garip görünmezdi. Anadolu’daki yerleşimlerde, hele geçmişi zengin kültürle bezeli merkezlerde Emin Hoca benzeri kişiler vardı ve onlar, bitmek tükenmek bilmeyen kaynaklardan, ihtiyaç sahiplerine “hayırlar” akıtırlardı. Halk onlara alışkındı. Ve onlar şehrin havasına mistik kokular katan varlıklardı, şehrin hoş renkleriydiler.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.