Dr. Hamide Topçuoğlu’nun din anlayışı

Hamide Topçuoğlu’ndan söz ediyorduk. Prof. Dr. Mine Göğüş Tan’ın yazdığı “Bir Çocuk Bir Kadın Bir Hoca Prof. Dr. Hamide Topçuoğlu” (Turhan Kitabevi, Ankara, 2018) adlı kitaptan. Bu esere göre Hamide Hanım’ın din anlayışı ve dini yönü üzerinde durmak istiyorum.

Topçuoğlu bir Melami şeyhi olan büyükbabasından hep saygıyla bahseder. Onu “şekli olmayan ve dinin sadece şekli yönüyle ilgili olmayan bir tasavvuf adamı” diye tarif ederken şuna da dikkati çeker:

“Rahmetli büyük babam Hasan Hüsnü Efendi, dinin bütün Müslümanlar için, yani geniş kitle için, vazettiği (koyduğu) mükellefiyetlerden kendini azade sayan, dinin ancak ahlaki yönüyle ilgilenen mezhebi geniş bir sufi değil. Herkes için hangi mükellefiyetler varsa onları yerine getiren ve ilaveten de dinin manasına nüfuz eden bir kimseVe etkin.”

Hamide Hanım devam eder: “Babam Edirne’de mutasavvıf ve sevilen bir zat olan Hasan Hüsnü Efendiyle tanışır, bu zat annemin babasıdır. Babam, büyükbabamı tanımakla bir ihvan çevresine giriyor. Osmanlı imparatorluğunda dini zümreler var, bugünkü fikir cemiyetleri gibi. Kadınların da böyle çevreleri olabiliyor. Bunlar ortak fikri, manevi hayatı zenginleştirmeye yöneliyorlar. Tarikatlar gibi yapıda değil bu gurupların hepsi. Babamın dâhil olduğu grupta fikir alışverişi, kültürün şifahi (sözlü) intikali var.”

Aileyi tanımaya devam edelim: “Büyük annem erken gelişmiş, zekâsı yaşının çok üstünde. İçinde bulunduğu sosyal muhit, İslam kültürünün en rafine tabakasının oluşturduğu bir sosyal muhit.”

Dini kültür bakımından çocukluğunda öğrendiği şeyleri anlatır: “Hiçbir zaman şekli (biçimsel) diyebileceğim unsurlarda ısrar edilmedi. Ve daha ziyade, bugünkü anlamda işin felsefi yönü, mana yönü. Hor görmemek, kibirlenmemek bilhassa.

BAŞKASI GÖRMEZSE ALLAH GÖRÜR

“Bir gün hatırlıyorum, beş-altı yaşlarındayım, ‘örtüsü yere kadar uzanan masanın altına girsem Allah beni gene görür mü?’ diye sordum. Neye bilmem, bir tartışma oluyor şeker yememek konusunda, dişler için zararlı diye bir takım mülahazalarla mı bilmem. ‘Ben masanın altına girsem Allah beni görür mü?’ diye sordum, ‘tabii görü’ dediler, ‘Allah’ın görmek için göze kulağa ihtiyacı yok. Seni görür, aklından geçirdiğini de bilir’ dediler.

Düşünüyorum da vicdan kavramını altı yaşındaki çocuğa ancak bu şekilde anlatmak mümkündü herhalde.”

Asıl amacını şöyle açıklar: “Benim burada temas etmek istediğim, herhangi bir dini sistemde taassuptan toleransa nasıl geçilir? Yani şekli, mutlak bir emir nehiy manzumesinden (yapmak ve yapmamakla ilgili kurallar bütünü) bunların nedenini, niçinini, asıl amacını arayan, yani bir o kültür çerçevesi içinde felsefî bir endişeyle kurcalama başladığı zaman bu buz kalıpları erimeye başlar.”

ORUÇ

Yirmi beş yaşıma kadar oruç tuttum. Çocukluğumuzda bak herkes oruç tutardı Ramazanda. Küçükken sahura kalkılırdı. Ve tutturmak istemezlerdi. Çay kaşığının sesini duyunca inerdim, yedirir ama oruç tutturmazlardı. İlk defa on iki yaşında tuttuğumu hatırlıyorum. Bir kez altıncı sınıfta, orta birden orta ikiye geçerken (1930’larda) tüm sınıf oruç tutmuştuk. Faik hoca diye bir hocamız kızmış bütün sınıfa zayıf vermiş. Elli yedi kişi.. Sonra on iki-on üç yaşından yirmi beş yaşıma kadar tuttum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.