İki hikaye

Eskiden halkımızın kültür ve irfan dünyasını besleyen bir takım halk hikayeleri ve hikmetli sözler vardı. Bunlardan bir kısmı yaşanmış, bazıları da hayal ürünü olabilirdi. Ağzı laf yapanlar, yaşlılar, sohbet ehli kimseler bunları anlatırlar ve konuşmalarına renk katarlardı.

Anlatılan bu hikayeler canlı örnekler olduğundan hatırda kalır ve taşıdığı mesaj etkili olurdu.

Dursun Gürlek bazı kitaplarında, yazılarının arasına bu tür hikayeleri başarı ile yerleştirenlerden biridir. Onun Tebessüm ve Tefekkür adlı kitabından (Kubbealtı neşriyatı) iki olay nakletmek istiyorum.

İŞLER VE NİYETLER

Adamın, biri, yolda giderken bir kır çeşmesinin başına gelir. Atından iner, elini yüzünü yıkayıp su içecek ve biraz dinlenecektir. Ne hikmetse atını bağlayacak bir yer yoktur. Bir ağaç kazık yaparak yere sağlamca çakar. Atını o kazığa zağlar. Yemekten sonra atına binip yoluna devam eder. Daha sonra oradan geçen yolcular da atlarını aynı kazığa bağlayıp istirahat ederler. Yere çakılı kazık epeyce işe yarar.

Aradan bir süre geçer. Yaya giden yolculardan biri, yorgunluk ve hararetin etkisiyle iyice susamıştır. Telaşla çeşmenin başına gelirken dikkatsizlik eseri, yerdeki kazığı fark edemez ve ona ayağı takılıp düşer. Bunun üzerine başka birinin daha ayağı takılıp düşmesin diye biraz zahmetli de olsa kazığı yerinden çıkarır.

O civarda bulunup da bu durumu görenlerden biri der ki: “Her ne kadar bu iki adamın hareketi birbirine zıt ise de niyetleri hayır üzeredir, iyidir. Çünkü her amelin her bir işin temeli, niyet üzerine kurulur. Önceki şahsın niyeti, gelen geçen herkesin faydalanması, ikincisinin ise, bir zararı ortadan kaldırmak idi. onun için Allah katında bunların sevapları eşittir.”

Evet, hadiste buyrulduğu gibi, “Ameller niyetlere göredir.”

YOĞURTÇU

Kitapta yer alan ve yaşanmış olaylardan biri de şudur:

Eski İstanbul alimlerinden Hacı Cemal Efendi, çok şefkatli ve merhametli bir insandı. Merhumun en büyük manevi zevklerinden biri de, fakir talebelere, yoksul çocuklara yardım etmekti. Kışın en soğuk günlerinden birinde, Hoca Efendi, kızı Hikmet Hanımda birlikte otururken sokaktan bir yoğurtçunun sesi gelir. Hoca, başım kitaptan kaldırıp şöyle bir bakar.

“Kızım, biraz yoğurt alır mısınız?” diyen babasına büyük bir saygı duyan Hikmet Hanım, “Babacığım, yoğurdumuz var.” cevabını veriyor. Bir süre sonra “Yoğurtçu!…” sesi ikinci defa yankılanınca kitabını kapatır ve tekrar, “Evladım, biraz yoğurt alalım.” der. Hikmet Hanım’ın yine “Babacığım, evde fazlasıyla yoğurdumuz var!” dediği duyulur. Bunun üzerine, Cemal Hoca, sesini biraz daha yükselterek şunları söyler:

-Olsun evladım. Git, yoğurt al. Sen harcayacak yer bulursun. Olmazsa, komşulara verirsin. Adamcağız yoğurdunu satabilseydi bu soğukta bizim sokaktan ikinci defa geçer miydi? Al yoğurdunu da, o da evine, çoluk çocuğuna gitsin!”

Ve kızı, derhal fırlayıp yoğurdu alır. Bu alış verişe Cemal Hoca, yoğurtçudan daha fazla sevinir.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.