Kerbela

Muharrem ayının 10. günündeyiz. Bundan 1335 sene evvel, Fırat’ın yanı başında kuşatılan ve suyun akış sesini duyup dururken, susuzluk çeken mazlum bir kafile vardı: Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin ve yakınları…

Kadınlar, kızlar, çocuklar. Bir şiddet günü ki asırlardır yürek kanatır. Her ölüm acıdır. Ama çoluk çocuk dahil 70 kişilik bir topluluğa bir orduyla saldırmak, çöl sıcağında susuzluk ve çaresizlik içinde kıvranırken onları öldürmek bir fecaattir. Bu alçaklığı izah için kelimeler yetersiz kalır. Kazım Paşa şu mısralarında bu oyunun son sahnesini tasvir ediyor:

“Düştü Hüseyn atından sahra-yı Kerbela”ya/ Cibril var haber ver sultan-ı enbiyaya.” Şimdi Irak sınırları içinde bulunan Kerbela’da yaşanan o acı olay o gün bugün ‘Müslümanım’ diyen herkesi üzmüş, özellikle Şiiler bu olayın etrafında kenetlenmiş ve on beş asırdan beri 10 Muharrem’de sadece yas tutmamış kendini zincirlerle kan revan içinde bırakmış, Hz. Hüseyin’in duyduğu ıstırabı her yıl yeniden yaşamak istemiş, ona bu muameleyi reva görenleri nefretle ve şiddetle lanetlemiştir. 

Sünni çevrede, özellikle de Türk dünyasında Ehl-i Beyt sevgisi ileri seviyededir. Hz. Hüseyin’in maruz kaldığı acıyı herkes içinde duyar. Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren tekkelerde 10 Muharrem törenleri zamanla temel ritüellerden biri haline gelmiştir. Bu hassasiyet her tarikatta eşit seviyede görülmüyorsa da Ehl-i Beyt ve on iki imam muhabbeti öne çıkmış, Muharrem ilahileriyle ve Kerbela sohbetleriyle farklı bir atmosfer yakalanmıştır. ‘Alevi neşve’ denen bu anlayış, tasavvuf edebiyatımızın da ana renklerinden birini oluşturmuştur. Özellikle tasavvuf çevrelerinde, hürmeten, 1 Muharrem’den 10 Muharrem’e kadar bol su harcanmaz, temizlik, çamaşır, banyo gibi işler kısıtlanır, yeni bir şey alınmaz, hediyeleşilmez, düğün ve eğlence yapılmaz. 

Hz. Hüseyin’i şehit ettiren Yezid’e lanet okumak bazı çevrelerde yaygındır. Şeyh Kenan Rifai (1867-1950) konunun bir başka yönüne dikkat çeker ve: “Nefsin Yezidi senin içinde olduğu halde bundan bin üç yüz şu kadar sene evvel gelen Yezid’e lanet” etmenin abes olduğunu söyler. Aynı zat “Sohbetler” adlı kitabında şöyle ilginç bir olaya da yer verir:

“Edirnekapısı tarafında bir dergahta (Hz. Hüseyin acısını dile getiren) bir mersiye okunuyormuş. Dervişin biri hacet için dergahtan çıktığı vakit, oracıkta bir siçinin durduğunu görerek: Be adam, içeride mersiye okunuyor, sen burada ne duruyorsun? demiş. Simitçi, mersiyenin manasını sorup anladıktan sonra:

Ya, demek oluyor ki siz bunları hem dinliyor hem de hala yaşıyorsunuz, “Medet ya Hüseyin!” diye kendisini ortaya atarak can vermiş.” İşte mersiye dinlemek böyle olur. Böyle olmayınca da onu okumakta bir mana yoktur.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.