Bu gece Miraç kandili, okuyucularımızın kandilini tebrik ederim.
Mirac, Peygamber Efendimizin Mekke’den Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuk demektir. Kur’an ayetlerinde kısaca, hadislerde ise çok ayrıntılı olarak anlatılan miraç olayının mahiyeti tartışmalıdır. Kimi bu seyahatin beden ve ruhla olduğunu söyler, kimileri ise sadece ruhla vuku bulan manevi bir seyahat olduğuna inanır.
Hangi türlü olursa olsun Mirac çok önemli bir hadisedir. Bir manevi yükseliştir, içinde bulunduğumuz boyuttan daha farklı bir aleme çıkıştır. Buradan hareketle büyük sufilerin miracından söz edilir. Tabii ki bunlar tamamen ruhi-manevi yükselişten ibarettir.
Tasavvufi yolculuk demek olan seyr ü süluk, insanın varlık mertebelerindeki seyahatidir. Bu seyahat insandan başlar, Allah’a doğru ruhi bir yükseliş (uruc, mirac) olarak devam eder. Tasavvufi eserlerdeki “yükseliş” tabiri için bir tür “diğer boyuta geçiş” denebilir.
Hz. Peygamber’in (a.s) miracı yüce aleme yapılmış bir yolculuktu. Efendimiz miracda kainattan çıkıp bu dünyaya ait zaman ve mekan kayıtlarından kurtulmuştu. Kamil insanların ruhi miracında da böyle bir durum söz konudur.
Tasavvuf kitaplarında bazı sufilerin miracı anlatılır. Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya adlı eserinde, ilk büyük velilerden Bayezid-i Bistami‘nin (ö. 848) miracından bahsedilir. Oradan kısa bir özet sunmak istiyorum, Bayezid anlatır:
BAYEZİD-İ BİSTAMİ’NİN MİRACI
Hakk’a, yakin gözüyle nazar ettim. Bunun üzerine beni, bütün varlıklardan müstağni olma derecesine ulaştırdı; kendi nuruyla nurlandırdı, bana bir takım acayip şeyleri ve sırları aşikar kıldı. Kendi azamet ve hüviyetini üzerimde izhar etti.
Tekrar nazar edince, kendi mevcudiyetimi O’nun nurunda gördü, izzetimi O’nun izzet ve azametinde bildim. Her ne yaptımsa, O’nun kudretiyle yapabildim; O’nun nuru, kalbimde ışıldadı, bedendeki gözüm ne bulduysa O’ndan buldu.
Böylece, Hakk’a Hak’la nazar ettim. Hakk’ı hakikatle gördüm. Gözümü nurlandırdı. Bunun üzerine bütün varlıkları Hak’la gördüm. Lütuf diliyle Hakk’a niyaz edip ve Hakk’ın ilminden bir bilgi elde ederek O’nun nuruyla O’na nazar ettim.
Üzerime hoşnutluk verdi, beni nurlandırdı. Nefsin karanlığından ve beşeriyetin bulanıklığından arındırdı. O vakit anladım ki O’nunla diriyim. O’nun lutfundan olan neşe ve sevgi kalbimi doldurdu.
Buyurdu ki: “Her ne dilersen dile!” Seni isterim, zira sen lutuftan daha üstünsün, keremden daha ulusun. Sen benim olunca, lütuf ve kerem beratını dürerim, beni kendinden menetme, senden gayrı olan şeyleri önüme getirme, dedim
Eğer gördüysem seninle, gördüm, eğer dinlediysem seninle dinledim, ilk önce sen dinledin, sonra ben. Bunu deyip O’na hamdü senalar ettim. Hiç şüpheye mahal kalmayacak şekilde bana Zat-ı Kibriya’dan kanat verdi. Bu suretle onun izzet meydanlarında uçuyor ve sanatındaki harikaları seyrediyordum. Zayıflığımı bilip niyazımı ve ihtiyacımı görünce beni kendi kuvvetiyle kuvvetlendirdi, ziynetiyle süsledi, lütuf tacını başımın üstüne koydu. Tevhid sarayının kapısını bana açtı.
Bir yanıt bırakın